[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #9439  20-04-2008 12:10 GMT+2 saat  

moonlight


Admin


Tecrübe Puanı.: 96%
Ruh Hali: Neþeli
Mesaj 4213
Şehir: istanbul
Ülke:
Meslek: gecelerin adamı :))
Yaş: 37
Facebook'ta Paylaş
mektubun özellikleri

Edebî tür dediğimiz kategorilerin epey karmaşık hale geldiği bir dönemi yaşıyoruz. Artık şiir, hikâye, roman, tiyatro gibi klasik türleri, daha sonra bunlara katılan hitabet, deneme, tenkit, makale, sohbet, fıkra, hatırat, gezi, günlük, mektup hatta biyografi, bibliyografya, tarih gibi nispeten modern sayılabilecek türleri birbirinden ayırmak kadar tarifleri bile güçleşti (Aslında bu türlerin çoğu neredeyse insanlık tarihi kadar eski olmakla beraber bunların hangilerinin &��edebî&�� olma vasfını taşıyabilecekleri de zaman zaman münakaşa konusu olmuştur. Bahsettiğim &��modernlik&�� türün ortaya çıkışı ile değil, edebî türler arasında sayılmasıyla ilgilidir). Son yıllarda şiir, anlatı, oyun gibi daha yalın tür adları üzerinde duruldu. Bununla beraber bunların birçok eserde birbiri içine kaynaşmasının bu son sınıflamayı da güçleştirdiği muhakkaktır.

Mektup konusuna girmek için bu kısa girişi yapmak zorunda kaldım. Çünkü mektubun da ne dereceye kadar bir tür olduğu, daha doğrusu edebî bir tür sayılıp sayılamıyacağı münakaşaya değer görünmektedir.

İnsanın çok defa kendisi için tuttuğu, bir çeşit hafıza/hatırlatma faydasını beklediği günlük ve hatırat gibi mektup da benzer kategori içinde kabul edilebilecek bir metin görünümündedir. Bunların ortak özellikleri mahremiyetleridir. Günlük ve hatıratın bu bakımdan daha mahrem yazılar olmasına mukabil, insanın bir yakınına yazdığı mektup en azından tek bir kişi ile de olsa mahremiyetin sınırı dışına çıkmış olmaktadır. Günlük ve hatıratın, kalıcı olması isteniyorsa bir tarafa, prensip olarak sadece kendisi için yazıldığı, gerektiğinde yakılmak vs yoluyla ortadan kaldırılabileceği düşünülebilir. Mektubun ise daha kaleme alındığı andan itibaren, sınırlı da olsa bir veya birkaç kişinin okuyacağı kabul edilmiş demektir. Bütün bu özellikler dikkate alındığında günlük ve hatıra gibi mektubu da bir edebî tür olarak telakki etmemek gerekir. Çünkü ne olursa olsun edebî metinlerin az-çok bir okuyucusu vardır ve yazar şuurlu olarak veya şuuraltında, bilmediği, tanımadığı bu okuyucularını da dikkate almış, belki bir kurmacaya doğru genişletmiş, hiç değilse kelime seçiminde, cümlelerin tertibinde, kompozisyonda itina ederek bir üslûp oluşturmaya dikkat etmiştir. Halbuki günlük, hatıra ve mektuplarda yalnızlığın çerçevesinde olmanın yahut çok dar bir muhatap/dost çevresinde bulunuşun rahatlığı, tabiiliği, fakat bunlara bağlı olarak düzensizliği, itinasızlığı vardır.

O halde günlük ve hatıra gibi mektup da bir edebî tür değildir. Doğru! Nitekim mektup bahsinde bizden daha erken uyanmış, bunun önemini kavramış ve bir yığın mektubu kitap haline getirmiş olan Batı kültürlerinde on altıncı yüzyıldan beri konuyla ilgili pek çok yayın yapılmış olduğu halde, bunların edebî bir tür olarak telakkisi on sekizinci yüzyıldan sonralara rastlar. O zaman bile bunlara şüpheli bir ara-tür olarak bakıldığını zannediyorum. Çünkü bunların edebî birer metin sayılabilmelerinin ilk şartı, tıpkı gerçek edebî türlerde olduğu gibi, daha kaleme alınırken yayınlanma arzusunun, kararının bulunmasıdır. Yoksa herhangi bir insanın değil, bir edebiyatçının bile ölümünden sonra &��evrak-ı metrûke&��si arasında bulunmuş günlük, hatırat, aldığı-yazdığı mektuplar vs kalıntılar bir &��post-scriptum&�� dizisinden yayımlanabilmişse de edebî bir metin olmamıştır. Bunun bir istisnası yazarın, yayımlanmasını düşünerek yazdığı günlük ve hatıra gibi meselâ &��açık mektup&�� yahut &��okuyucuya mektup&�� cinsinden metinler olabilir. Tabii bunlarda da edebî eser sayılabilmenin başka şartları bulunuyorsa.

Birçok günlük ve hatıratın bazan siyasi sebeplerle, bazan da hayattaki kişileri yahut yakınlarını rencide edeceği endişesiyle geç yayımlandığı veya hiç yayımlanmadığı bilinmektedir. Mektup yayımlanmasının da şüphesiz buna benzer sınırları vardır. Ali Ekrem Rıza Tevfik&��e gönderdiği bir mektubunda diyor ki: &��Artık mektubumda şahsiyat da bulunur, ehass-ı hususiyat (özellerin en özeli) da! Siz kendinize lazım olan mebahisi alırsınız, benim coşkunluklarımı da bittabi mektubumda medfun (gömülü) bırakırsınız&��. Ali Ekrem Bey bunu tenbih etmiş ama onun &��şahsiyat&�� dediği, özelin özeli dediği çok özel bilgiler, hatta sövmeler bile &��medfun&�� kalmamış, işte böyle, bir süre sonra yayımlanavermiştir*. Günlük ve hatıralar gibi özel mektupların bile &��daha özel&�� bir dikkatle yazılması gerektiğine bu hadise bir ibret dersi olmalıdır.

Mektuplaşmanın insanlık tarihinde, tablet üzerine yazılanlarından başlayarak çok eski bir tarihi var. Edebî tür olarak düşünülmesinin, münakaşa edilmesinin ise daha yakın yüzyıllarda bahis konusu olduğunu yukarıda söyledim ve bunun için de bazı şartların gerektiğini belirttim. Tekrar bu konuya dönersek, bu şartların başında, öteki türlerde olduğu gibi, yazarının bir edebî eser ortaya koyma gayreti, arzusu ve hemen yahut ileri bir tarihte yayımlanma niyeti olmalıdır. Osmanlı basınında &��muhaberât-ı aleniyye&�� diye başlayıp yakın zamanlarda da tek tük görünen açık mektupların, alelâde mektuptan, daha doğrusu asıl mektuptan (açık mektuba mukabil bunlara kapalı mektup mu demeli?) farklı olması tabiidir. Mektupların üst köşelerine yerleştirilen tarihler bunlarda çok defa olmadığı gibi selâm faslı da pek bulunmaz. Dedi-kodu ve mahrem fısıltılar hiç yoktur. Ama böyle bir yazıya da mektup demek mümkün müdür, şüpheliyim. Nurullah Ataç&��ın &��Okuruma Mektuplar&��ı, hele &��Keziban&��a Mektuplar&��ı acaba ne dereceye kadar mektup sayılabilecektir? Bunların edebî birer metin olduklarında şüphe yok. Bence bu gibi yazılara, mektup tarzında kaleme alınmış deneme, sohbet yahut tenkit yazıları denilmesi daha uygun olur. Ama, ısrarla mektup diye bir edebî türden bahsedilecekse işte o, bu sonuncu örnekler arasındadır. Yani her sanat eseri gibi biraz sun&��ilik taşır, her ne kadar tabii bir üslûba özenilmiş olsa da. Fakat önce Batı&��da, Tanzimat&��tan sonra da bizde &��mektubat&��, &��muhaverat&��&�� adlarıyla yayımlanan, son yıllarda örnekleri süratle çoğalan mektupların hemen hepsi bence edebî tür denilemiyecek &��özel&�� mektuplardır.

Şu &��edebî tür&�� olup olmamaları dışında, işin başka bir yanı mektupların edebî bir değer taşıyıp taşımadıklarıdır. Bu da ayrı bir konudur. Açık mektup, yani &��tür&�� tarifine girip de edebî olmayan, olamayan, siyasi makale seviyesinde yahut alelâde bilgiler ihtiva eden mektuplar olduğu gibi, bu türe girmiyeceğini ileri sürdüğümüz özel mektupların bazılarının da edebî değer taşıyabileceğini nasıl reddedebiliriz? Sanatkârların, sanatkâr ruhlu insanların, her biri birer lirik şiir değerinde olan nice aşk mektupları, dost mektupları vardır.

Görüldüğü gibi mektup meselesi epey karışık. Bütün zengin örneklerine rağmen net bir edebî tür olamıyor. İşi biraz daha karıştırmak için manzum mektupların, mektup gibi yazılmış şiirlerin, mektup halinde yazılmış hikâye ve romanların hatta seyahat yazılarının varlığından bahsedecek olursak mektubun öteki türlerle nasıl iç içe girmiş olduğunu görürüz. Şehzade Bayezid&��in babası Kanunî Sultan Süleyman&��a gönderdiği &��Ey serâser âleme sultan Süleymanım baba&�� diye başlayan hazin mektubu ile Kanuni&��nin ona cevap olarak yazdığı &��Ey demâdem mazhar-ı tuğyân u isyanım oğul&�� mısraıyla başlayan aynı uzunluktaki mektubu, Kemalettin Kamu&��nun, alt adı &��Son Mektup&�� olan &��İzmir Yollarında&�� adlı şiiri, Necip Fazıl&��ın &��Zindandan Mehmed&��e Mektup&��u, Bedri Rahmi&��nin &��Yaradana Mektuplar&��ı, Nazım Hikmet&��in &��Karıma Mektup&��u pek çok örnekleri bulunabilecek manzum mektupların yahut mektup tarzında yazılmış şiirlerin en güzellerindendir. Şeyh Galib&��in manzum hikâye çerçevesinde düşünülebilecek olan Hüsn ü Aşk&��ındaki Hüsn&��ün ve Aşk&��ın birbirine mektupları da manzum mektuplar arasında sayılır. Halide Edib&��in Handan&��ı tamamen mektuplardan meydana gelmiş bir romandır.

Edebiyatçılar arasında belli bir konu üzerinde ve yayımlanması niyetiyle yazılmış mektuplar ise ayrı bir kategori oluşturur. Muallim Naci ile Beşir Fuad&��ın Victor Hugo, romantizm-realizm ve dil konularında, yayımlamak kararıyla başlattıkları mektuplaşmalarının İntikad adıyla kitaplaşması bunlardandır.

Bütün bu özelliklerini dikkate alarak mektubun edebî bir türden çok, bir ifade vasıtası, ifade tekniği olduğu şeklinde düşünülmesi daha doğru olacaktır (Türk roman ve hikâyesinde mektubun bu açıdan ele alındığı bir araştırma için, bk. Emel Kefeli, Anlatım Tekniği Olarak Mektup, İst. 2002). Bu değer yargısı kabul edildiği takdirde kurmaca olmayan, yani gerçek mektuplar, aralarında çok güzel üslûpla, lirik bir şiir diliyle yazılanlar ve tatlı tatlı okunanlar da dahil olmak üzere bütün gerçek mektuplar netice olarak bana göre birer belge değerindedirler. Tarihî, siyasi, askerî, dinî, tasavvufî, fikrî, felsefî nihayet edebî konularda dönemlerine, kişilere, kişiler arasındaki ilişkilere, sanat eserinin arka plânında, okuyucunun çok defa bilmediği genèse meselesine yani eserin tekevvünü:oluşumu safhalarına ışık tutan vazgeçilmez kaynaklardır. Mektubu böylece bir belge değerinde düşündüğümüzde, bunlarda verilen bilgilerin her zaman doğru olup olmadığı da akla gelebilir. Veya mektup yazarı doğru olarak telakki etmişse bile objektif kalabilmiş midir? Hiç şüphesiz işin bu tarafı tahkike muhtaçtır. Bilgi olarak faydalandığımız bütün öteki kaynaklar gibi. Mektubu okuduğumuz zaman ilk vereceğimiz ihtiyatlı değer yargısı ise şöyle olmalıdır: &��Mektubu yazan kişinin filanca hakkındaki kanaati şudur&��; yahut &��Şu eserini şu tarihte, şu şartlarda vücuda getirdiğini söylüyor&��. Doğruluğu ayrıca irdelenmek üzere bu kadar bir bilginin bile önemli olduğunu biyografi yazarları iyi bilir.

Mektup ve problemleri üzerine bu kafa karıştıran bahislerden sonra biraz daha düzenli bilgilere, mektup yayıncılığına sıra gelmiştir. Türk divan edebiyatı geleneğinde resmî ve özel mektuplar &��inşâ=nesir&�� sanatı olarak kabul edilmiş, itibar görmüştür. İtinalı bir dil ve üslûpla kaleme alınan bu gibi mektuplar derlenip &��münşeat mecmuası&�� denilen el yazmalarında bir araya getirilmiş, matbaanın yaygınlaşmasından sonra da birçoğu kitap halinde yayımlanmıştır. Hatta bu gibi mektupların kimlere ve nasıl bir tarz ve üslûpla yazılacağı, kişi ve makamlara göre nasıl hitapta bulunulacağı, bir isteğin nasıl arz edileceği ve son saygı ifadelerinin, hatta yazanın kendi adının hangi sıfatlarla belirtileceği hakkında didaktik mahiyette ve örnekleriyle eserler de kaleme alınmıştır. Bu gelenek Osmanlı&��da Tanzimat&��tan sonra da uzun süre devam etmiştir. Şurası muhakkak ki hemen her topluma ve her devire mahsus olmak üzere mektubun farklı yazılış âdâbı ve protokolü vardır, ama vardır.

Münşeat mecmuaları dışında özel mektupların herhangi bir yazı içinde veya kitapta yahut bir kişiye ait toplu olarak yayımlanması bizde Batılılaşma süreciyle başlatılmıştır. Akif Paşa&��nın Şeyh Müştak&��a diye bilinen mektubuyla, Şinasi&��nin Paris&��ten annesine yazdığı mektup nesir türünde de ilk sadeleşme ve tabiileşme örnekleri arasında gösterilmiş, aynı zamanda bunlara edebî bir değer atfedilerek yahut belge kabul edilerek yayımlanmış ilk özel mektuplardır. Bunlara Namık Kemal&��in değişik kişilere yazdığı mektupları da ilâve ederek bir kitapta toplayan Ebüzziya Tevfik olmuştur (Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye, İst. 1296/1879). Osmanlı döneminde bir kitapta toplanmış pek az örneği bulunan özel mektup külliyatı yayınları arasında Ahmed Midhat-Muallim Naci arasında Muhaberat ve Muhaverat (İst. 1301/1884), Beşir Fuad-Fazlı Necip arasında Mektubat (İst. 1305/1888) ve Abdülhak Hamid&��in Mektuplar&��ı (İst. 1334-1335/1915-1916) sayılabilir.

Cumhuriyet döneminde, özellikle de 1960&��lardan sonra, okuyucu ve araştırmacılardan gördüğü ilgi üzerine hatırat türü kitaplarla beraber mektup külliyatlarının yayımlanmasında da büyük artışlar olmuştur. Namık Kemal&��in, Abdülhak Hamid&��in, Tevfik Fikret&��in, Hüseyin Rahmi&��nin, Ziya Gökalp&��ın, Süleyman Nazif&��in, Mehmed Akif&��in, Tahir Olgun&��un, Yahya Kemal&��in, Ahmed Haşim&��in, Nazım Hikmet&��in, Memduh Şevket Esendal&��ın, Tanpınar&��ın, Arif Nihat Asya&��nın, Samiha Ayverdi&��nin Cahit Sıtkı&��nın, Mehmet Kaplan&��ın, Necatigil&��in, Bedri Rahmi&��nin mektup külliyatları bunlar arasındadır*. Bazı dergiler de konu ile ilgili araştırma, yorum ve mektup örneklerini veren oldukça hacimli özel sayılar çıkarmışlardır. Bunlar arasında Tercüme (N. 77-80, 1964) ve Türk Dili (N. 274, 1974) dergilerinin özel sayıları zikredilebilir. Türk Dil Kurumu da &��Güzel Yazılar&�� dizisinde tek ciltlik bir &��Mektuplar&�� antolojisi çıkarmıştır. İnci Asena, Batı dillerinde yazılmış mektuplardan yaptığı bir antolojiyi Mektuplar (İst. 1994) adı altında toplamıştır. 1983 yılından beri de Düşün Yayınevi tarafından yirmiden fazla mektup külliyatı yayımlanmıştır.

* * *

İster edebî bir tür sayılsın, ister belge mahiyetinde olsun, isterse bunların dışında tamamen özel ve mahrem olsun mektup diyince akla kartpostallar da gelivermeli. Konumuz açısından, yani verildiği önem, yayımlanmaları, üzerinde konuşulmaları ve yorumları bakımından kartpostalın talihi mektuplarınki kadar parlak değil. Ben yine de kartpostalı mektubun bir alt kategorisi olarak düşünmek istiyorum. Kartpostal, kısa mektup ile fotoğrafın özel bir terkibidir. Dikkatli bir yorumcu onların arka yüzlerindeki o kısa notlar kadar ön yüzlerindeki resimleri de konuşturmasını bilir.

Kartpostal hayatımıza ne zaman girmeye başlamıştır? Mektup kadar eski olmadığı için ilk örneklerinin yıllarını aşağı yukarı bilmekteyiz. Şurası muhakkak ki kartpostalın tarihi fotoğrafın tarihinin arkasından gider. Buğulu kahverengi görünüşleriyle bugün bizde nostaljik duygular uyandıran ilk fotoğrafların, yani dagereotip&��lerin Avrupa&��da 1838&��den sonra yapılmaya (imal edilmeye mi demeli?) başlandığı bilinmektedir. Demek ki bizim Tanzimat fermanının okunmasına çeyrek kala. Fotoğrafın biraz lüks ve pahalı bir fantezi olan bu ilk özentilerine sadece seçkin bir sınıfın müşteri olduğunu ve ilk yıllarda fazla yaygınlaşmadığını tahmin etmek zor değil. Bu yıllarda fotoğraf âdetâ &��elle yapılmış&�� bir sanat eseri gibi tek (ünik) nüsha olarak meraklı zenginlerin baş köşelerinin süslüyor olmalıdır. Daha 1840&��lı yıllarda bazı Avrupalı fotoğrafçıların İzmir&��e, İstanbul&��a gelerek fotoğraf çekmekte oldukları kaynaklarda geçmektedir**.

Her mamûl nesne gibi fotoğrafın da yayılması için ucuza mal edilmesi, yani fabrikasyon halinde çoğaltılmasına ihtiyaç vardı. Fotoğrafın fabrikasyonu ise kartpostal denilen nesnenin keşfedilmesiyle ortaya çıkmış olmalıdır. Bunlar da haliyle aile resimlerinden değil, herkesi ilgilendirecek konulardan seçilmeliydi. Böylece önce şehirlerin, güzel ve muhteşem binaların fotoğraflarından başlayarak daha sonra meşhur adamların, sanatkârların, âlimlerin portreleri, derken gördüğü ilgi üzerine çocuk ve hayvan fotoğrafları, röprodüksiyonlar hatta zamanla karikatürler bile kartpostalların konusu olmaya başlamıştır.

Kart postal, yani posta kartı. İşte fotoğrafın mektupla ilgisi daha adından itibaren başlamaktadır. Aslında işin asıl ticârî cazibesi, mektuba kıyasla daha ucuz gönderilebilecek bir haberleşme vasıtası bulmaktı. Bu maksatla 1870&��li yıllarda Avrupa ülkelerinin posta idareleri bu &��mürâselât&��ı kurallara bağlamağa başladılar. Açık göndermek, yani zarfa koymamak, kartın sadece arka yüzünün yarısına yazmak, diğer yarısını da pul ve adres için boş bırakmak şartıyla daha ucuz haberleşmeye imkân açıldı. Böylece çok defa çeşitli sebeplerle seyahate çıkanlar, uzak ülkelerden dostlarına gönderdikleri ilk kartpostallarla gezdikleri, gördükleri yerleri sevdiklerine de gösterme arzusu taşırken, zamanla bunlar kısa mektuplar, adeta iç içe geçmiş, sıkıştırılmış satırlarla olabildiği kadar ayrıntılı havadisler ihtiva eden mektupçuklar halini alıyor.

Bu tarihten de bir on küsur yıl kadar sonra, 1885-1890 yıllarında Osmanlı topraklarında kartpostalın kullanılmağa başlandığı biliniyor. Bu tatlı Şark ticaretine de, benzeri hadiselerde olduğu gibi önce Avrupalı açıkgözler (haydi iş adamları diyelim), daha sonra da yerli ekalliyetler el atmıştır. Daha geç tarihlerde de Türkler.

Kartpostalın bu şekilde yaygınlaşmaya başlaması zamanla koleksiyon meraklıları için olduğu kadar araştırıcılar için de zengin bir hazinenin kapısını aralamıştır. Çoğunu yabancı fotoğrafçıların çektiği Osmanlı kartpostallarında yüz küsur yıldan beri değişmekte olan sosyal hayatımızın da tarihini bulabilirsiniz. Sokaklar, binalar, satıcılar, taşıma araçları, kıyafetleriyle hatta poz veriş tarzlarıyla insanlar&�� Bütün bunlar siyasi ve sosyal tarih, mimarî, şehircilik, eğitim, sosyoloji, etnografya gibi birbirinden çok farklı alanlarda çalışanlar için eşi bulunmaz birer belge niteliği taşırlar. Hem de müşahhas yani gözleme dayanan belgeler.

İnsanlarla beraber binalar, parklar, sokaklar hatta bütün bir şehir değişiyor. Değişiyor ne kelime, bazan yok oluyor bile. İşte günlük hayatın akışında nasılsa saklanabilmiş olan kartpostallar bir yüzünde müşahhas bir tarihi, Yahya Kemal&��in mısraıyla &��en sahih aynadan aksettiriyor&�� iken, öbür yüzündeki yazılarla da bu tarihin daha şahsî ve mahrem arka planını verir. Hiç şüphesiz onları okuyabilen gözlere ve şifrelerini çözebilen feraset sahiplerine.

Bu kartpostal bahsini, bundan birkaç yıl evvel İstanbul Büyük Şehir Belediyesi&��nin yayımladığı Kartpostallarla Tevfik Fikret ve Çevresi adlı kitap hakkında açmıştım. Orada dikkatimi çekerek seyrettiğim kartpostallar ile onların arka yüzlerindeki yazılar (yani asıl konumuzu ilgilendiren mektup bölümleri) arasında muhayyilemin kurduğu bir takım ilişkiler olmuştu. Çoğu yurt dışından Tevfik Fikret&��e gönderilmiş olan bu kartpostalların, göndericiler tarafından tesadüfî olarak satın alınıp postalandığı sanmıyorum. Bugünün kartpostal bolluğunda bile zaman zaman bir seçme olduğuna göre o ilk Avrupa yolcularının daha dikkatli, hesaplı ve özentili bir seçim yaptıklarını düşünmek bana daha doğru görünüyor. En azından İstanbul&��daki dostlarına, hocalarına, aile büyüklerine onların belki de hiç görmedikleri, göremiyecekleri &��bir şey&��leri tanıtmak, anlatmak, kendi temaşalarına, hayranlıklarına onları da katmak istediklerine emin olmak istiyorum. Fikret&��e gönderilen kartpostallarla bir Servet-i Fünun edebiyatı adeta sahneye konuluyor gibi. Koyunları, değirmenleri, dereleri, üzerindeki küçük köprüleri, uzaktan görünen sakin köyleri, çağlayanlarıyla bu kartpostallarda gizlenen hayat, bana &��Ömr-i Muhayyel&��i, &��Ne İsterim&��i, &��Bir Ân-ı Huzur&��u, hele &��Yeşil Yurt&��u hatırlatmasın, olur mu? Zaten Fikret&��in şiirleri de Avrupa kartpostallarından mülhem değil miydi? O kartpostalları gönderenlerden bazıları da ta Avrupa&��da bile Rubab-ı Şikeste&��yi ellerinden bırakmadıklarını yazıyorlar.

Bu konunun baş tarafında kartpostalın mektup kadar talihli olmadığını söylemiştim. Son yıllarda ne kadar çoğaldığından, ilgi gördüğünden bahsettim mektup yayınlarına mukabil, kişilere bağlı kartpostal yayınları pek fazla değil. Benim bildiğim bir de Yahya Kemal&��in babasına gönderdiği kartpostallar yayımlandı. Onlarda da kartların her iki yüzünde Yahya Kemal biyografisine ışık tutacak önemli bilgiler, ipuçları vardı. Mektup gibi kartpostalın da zamanı gelince erbabının elinde değerini bulacağı muhakkaktır. Merhum Süheyl Ünver&��in &��Her nesne bir müze&�� sözü kulağımıza küpe olsun.

* Edebiyat-ı Cedideye Dair Ali Ekrem&��den Rıza Tevfik&��e Mektup (Hazırlayan Abdullah Uçman) İst. 1997, s. 16.
* Bu yayınlarla ilgili biraz daha geniş bilgi için bk. Orhan Okay, &��Mektup&�� DİA İslâm Ansiklopedisi, c. XXIX, s. 17-18; aynı yazı Orhan Okay, Batılılaşma Devri Türk Edebiyatı, İst. 2005, Dergâh yay. s. 225-227. Edebiyatçıların Kitap halinde yayımlanmış yahut dergilerde kalmış bütün mektuplarıyla ilgili daha ayrıntılı bir çalışma: Emine Eroğlu, Türk Edebiyatında Özel Mektuplar Bibliyografyası (Yüksek lisans tezi, Fatih Üniversitesi, Sosyal bilimler Enstitüsü).
** İbnülemin Mahmut Kemal İnal&��ın son eseri olan Hoş Sada&��yı ilâvelerle yayımlayan Avni Aktuç, 1845&��te ölen Dede Efendi&��nin bir fotoğrafının çekilmemiş oluşuna yanar dururdu.

Orhan Okay

Bu mesaj moonlight tarafından düzenlendi (06-10-2009 20:00 GMT+2 saat, ago)
__________________
Gender_Bay Çevirimiçi durumu   

HUZURİSTAN - Temiz Bilgi
2025-12-05 21:56
Fatal error : Shield protection activated, please retry in 92 seconds...
After this duration, you can refresh the current page to continue.
Last action was : Hammering