[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #18063  17-10-2009 13:48 GMT+2 saat  

ahmet





Tecrübe Puanı.: 0%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Yetim Kalan Ağaçlar

Köyün hemen yanı başında, iki tepenin arasına sıkışmış bir vadiye vermişti hayatını.

Orada herkesten uzak, ama herkes için bir şeyler yapmanın zevkini yaşıyordu.

Kimsenin gelip geçmeyeceği, kimsenin dönüp bakmayacağı bu kuytu yerde, bir avuç zenginlik için didiniyordu.

Bir avuç zenginlik...

Zenginliği ağaçlarıydı...

Meyve ağaçları...

Onlarca kiraz, onlarca elma, bir iki dut ve onlarca kavak...

Kavakları torunları içindi. Her torunu için on kavak ve herkes için çeşit çeşit meyve...

Kimsenin gelip geçmeyeceği, kimsenin dönüp bakmayacağı bu kuytu yere bıkıp usanmadan gidiyor, ağaçlarına bakıyordu.

Güneş doğmadan yola çıkıyor, güneş batarken geri dönüyordu.

Orada hayat vardı.

Ağaçların diplerini çapalıyor, mevsiminde kimilerini aşılıyor, buduyor velhasıl onları neredeyse çocukları gibi seviyordu.

***

Ve meyve zamanı gelince...

O zaman çocuklarına, eşine-dostuna, paylaşmak istediği herkese, biraz da mahcup ve biraz da reddedilme endişesiyle, `Kiraz zamanı geliyor. Gelin de toplayın...` davetinde bulunuyordu...

Gelen olmuyordu.

Aynı davet, elma zamanı tekrarlanıyor ve yine aynı sonuç yaşanıyordu.

Gidip kendisi topluyordu.

Tek tek...

`Bunca meyveye, bunca emeğe yazık olacak!` düşüncesiyle sepetleri dolduruyor, yükleniyor, kilometrelerce taşıyordu.

Aslında hayali, o ağaçların altında kalabalık sevinçlerin içinde, ortaya çıkardığı zenginliği yerinde paylaşmak belki de birazcık emeğinin karşılığını görmekti.

Mutlu olmaktı yani...

Onun kirazları, onun gayretiyle şehirlerarası yolculuklara çıkıp, çocuklara, torunlara, sevdiklerine ulaşıyordu.

Bunu yapıyordu. Yapmaya çalışıyordu.

Hatta elmaların kalanlarını kendine özgü usuller ve yorgunluklarla kurutuyor `Hoşaf yapılır bunlardan. Güzel olur` izahlarıyla sevdiklerine veriyor veya yolluyordu...

***

Bu böyle sürüp gidiyordu.

Kimse ağaçların altına gelmiyordu.

Pazardan, manavdan almak varken, onca yola ve zahmete katlanıp meyve toplamak cazip değildi. Şehrin gürültülü kalabalığı ve medeniyetin renkli oyuncakları dururken, kuytu vadide üç kuruşluk meyve için börtü-böcek arasında vakit geçirmek akıl işi değildi.

Halbuki ağaçların altında mutluluk vardı ve mutluluk pazarda, manavda satılmıyordu.

Bunu kimse anlayamadı.

Anlayamadık...

Toprağa dost nesille, topraktan koparılmış neslin çelişkisiydi bu.

Babayla oğulun, dedeyle torunun çelişkisi.

***

O ağaçları seviyordu.

Bilhassa meyve verenlerini...

Geride bir avuç zenginlik bıraktı.

Zenginliği ağaçlarıydı.

Ve ağaçları yetim kaldı...

***

Biz beton binaların ve asfalt yolların çocukları olarak, mutluluğu yanlış yerlerde aramaya devam edecektik...

Geride ne bırakacağımızı düşünmeden...

Bu mesaj ahmet tarafından düzenlendi (17-10-2009 14:13 GMT+2 saat, ago)
__________________
Çevirimiçi durumu