[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #14162  07-05-2009 18:24 GMT+2 saat  

moonlight


Admin


Tecrübe Puanı.: 96%
Ruh Hali: Neþeli
Mesaj 4213
Şehir: istanbul
Ülke:
Meslek: gecelerin adamı :))
Yaş: 36
Facebook'ta Paylaş
İstanbul
Bozacı narâları, yoğurtçu çıngırakları, kunduracı tıkırtıları ve sokak müzisyenlerinden yayılan ezgiler… İstanbul’un kaybolmaya yüz tutmuş nostaljik seslerini, İstanbul aşığı isimlerin duygularında aradık.



Ah nerede o eski İstanbul, demenin zamanı değil şimdi. Aksine işten güçten, eşten dosttan zaman çalıp bu kadim kente dalıvermenin tam zamanı! Yıllar boyu bakıp da göremediğimiz yerlerini gezmeli bir bir… Hatta bildik tanıdık yerlerini de yeniden, yeni baştan gezip tozmalı insan. Aldırmayın, her tarafını sarmış hoyrat kalabalıklara. O, yalnız bir kent. O, 24 saat yaşayan, soluk alıp veren bir kent. O, aynı zamanda her geçen gün biraz daha yitirdiği otantik değerleri hatırlamaya, hatırlatmaya çalışan bir kent. O, onu gezenlerden ilgi isteyen, kaybolan değerlerini anlatmak isteyen bir kent. ?imdi ona kulak vermenin tam zamanı. Hemen şimdi… Nostaljik sesler

Hatırlar mısınız, dev bir teraziyi anımsatan bakraçlarında mis kokulu yoğurtlar satan seyyar satıcıların çıngıraklarını? Ellerinde taşıdıkları rengârenk üzüm salkımlarını çağrıştıran baloncuların, ‘bebelere baloon’ seslerini unuttunuz mu peki? Ya da sokak kemancılarını, akardeoncuları, darbukacıları? Bugün belki sadece İstanbul’un eski semtlerinde tek tük işitebileceğimiz bu sesler, bizi ‘çocukluğumuzun İstanbulu’na götüren, kentin kaybolmaya yüz tutmuş değerlerinden bazılarıdır aslında. Tıpkı kitaplarıyla İstanbul’un binbir rengini dünyaya anlatan Orhan Pamuk’un söylediği gibi: “Yüzyıllardır farklı dinlerden toplulukların barış içinde bir arada yaşadığı İstanbul Adaları'ndan birinde, eski bir su değirmeninin yanı başındaydı evimiz. Sabahları uyanıp penceremi açtığımda odama dolan seslerdi benim için Adalar’ın ve İstanbul’un anlamı. Rum komşumuzun pencereden yayılan sesi, faytonların tıkırtıları, seyyar satıcıların çıngırakları ve daha pek çok ses… Sonra bu seslerin hepsi yerlerini başka seslere bırakmaya başladılar. İstanbul’un hızla değiştiğini biraz da buradan anlıyordum, sokağın seslerinden…”



Mütevazi zamanlar
İstanbul’un kaybolan değerlerinin izini sürmek için Prens Adaları’yla yetinmek istemiyorsanız, gerçek bir İstanbul tutkunu olan Selim İleri’nin çağrısına kulak verin öyleyse. Eski İstanbul'a özgü zanaat, yapı, ses ve davranış biçimlerine rastlayabileceğimiz en iyi yer olarak Yedikule-Samatya-Kocamustafapaşa üçgenini öneren yazar, şöyle aktarıyor gözlemlerini: “Kentin, eski İstanbul ruhu taşıyan sur dibi semtlerine banliyö trenleriyle gitmenin cazibesi hiçbir şeye benzemez. Samatya ile Yedikule arasında gezinirken, yılların yorgunluğunu taşıyan kâgir evler, parklar, dükkânlar, seyyar satıcılar gelip geçene geçmişin anılarını fısıldar. Bizans’tan Osmanlı'ya, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e aktarılan çok katmanlı bir dokusu vardır semtin. Bu doku, nostaljik bir tat almamız için fırsattır aslında. Balıkçı, lokanta, berber, bakkal, nalbur, manav gibi küçük esnaflar, Samatya’nın alışveriş dünyasını oluşturur. Yedikule sur kapısından çıktığınızda, İstanbul'un son bostanlarından birini görürsünüz. 10 yıl öncesine kadar semt bostanlarından toplanan taptaze sebzelerin, sur dibindeki tezgâhlarda satıldığını dün gibi hatırlarım. ?imdi nadir de olsa, mahalle aralarındaki seyyar tezgâhlarla bu gelenek sürdürülüyor."



Pazarın renkleri
Kalabalık ve gürültülü sokakların kenti İstanbul’un her köşesinde, eskilerden kalmış, belki unutulmaya yüz tutmuş bir şeyler saklıdır aslında.

Yaşanmışlıkları, anıları bir parça olsun hatırlayabilmek için bakmayı bilmek gerekir önce. Çünkü İstanbul unutmaz, ancak insan unutur. İşte kaybolanları değil, unutulanları, unuttuklarımızı görebilmek için kentin tarihi pazarlarına uzanın bu kez de. Müjdat Gezen’in önerdiği, İstanbul’un en eski ve en renkli pazarlarından biri olan Fatih’teki Çarşamba Pazarı’na uğrayın mesela. Ünlü komedyen çocukluğunun geçtiği Çarşamba Pazarı ve çevresinde kentin kaybolan değerlerinin izini nasıl sürdüğünü şöyle anlatıyor bizlere: “Çarşamba Pazarı’nın Fatih Camii'ne bakan tarafında ve pazarın Malta Çarşısı denilen yerindeki güvercin satıcılarını ne zaman görsem çocukluk günlerime giderim. Çocukken, paramız olmadığı için alamadığımız güvercinlere bakıp iç geçirirdik. Güvercin alabilmek için uzun zaman harçlıklarımızı biriktirmemiz gerekirdi. Bazen de güvercinime kızar, pazara gidip onu bir başkasıyla takas ederdim. Kunduracısı, oyacısı, kestanecisi, bileyicisi ve sokak fotoğrafçısıyla mahalle esnafı yaşantımızla iç içeydi. Mehmet Amca diye bir bakkalımız vardı mesela. Küçücük bir dükkânı vardı ama içinde sanki dünyalar varmış gibi gelirdi bize. Kış akşamlarının en büyük eğlencesi Vefa’ya gidip boza içmekti. Bugün bu gelenek Vefa’da hâlâ bir parça da olsa yaşar.

Kahve’den Cafe’ye…
İstanbul’un unutulan değerlerine farklı bir pencereden bakmaya, asırlardır kentin en önemli sosyalleşme mekânlarından biri olan kahvehanelerden başlamaya ne dersiniz? Doğu’da ortaya çıkıp Batı’ya yayılan, sonradan Avrupa üzerinden İstanbul’a dönüş yapan ve ‘kahve’den ‘cafe’ye evrilen bu mekânların en keyifli olanlarına, Boğaz’ın Anadolu yakası üzerindeki eski sahil köylerinde rastlayabilirsiniz Mario Levi’ye göre. Kentin kaybolan değerleri üzerine yazılmış en iyi eserlerden biri olan ‘İstanbul bir masaldı’ kitabına imza atan yazar, katıksız bir İstanbul aşığı olduğunu vurguladıktan sonra şunları dile getiriyor: “Sokakları, sahili, çarşıları, evleri ve tarihi mirasıyla bu şehir, insana her an yeni bir dünyanın kapısını aralayabilecek sürprizlerle doludur. İstanbul kimliğinin hâlâ zamana direndiği yerleri seviyorum daha çok. Emirgân, Bebek, Arnavutköy ve Çengelköy sahilinde yürüyüşler yapmak; Moda ve Kadıköy Çarşıları'nda avare avare gezinmek; Beylerbeyi'nden Kanlıca'ya uzanan sahil kahvelerinde uzun kahvaltılar yapmak; Sultanahmet'teki bir medresede ney sesine dalıp gitmek... Bütün bunlar bile tatil tadında şeyler benim için. Ayrıca, İstiklâl Caddesi'nden, Galatasaray'daki Balık Pazarı'ndan ve Beyoğlu’ndan vazgeçemem; şehir, tüm gücüyle burada soluk alıp veriyor çünkü. İstanbul yaşar, yaşatır ama unutmaz. Unutan da kaybeden de bizizdir aslında. Ne dersiniz, işten güçten sıyrılıp İstanbul’a kulak vermenin tam zamanı değil mi artık?

__________________
Gender_Bay Çevirimiçi durumu