[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #22906  24-02-2011 13:23 GMT+2 saat  

ahmet





Tecrübe Puanı.: 0%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
• Hümanist (İnsancı) Yaklaşım: Çağdaş bir psikoloji akımıdır. Kurucuları Gestaltçılardan etkilenmiştir. Varoluşçu felsefe akımının görüşlerini benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın öncü ve temsilcileri Rogers, Maslow, Sartre, Charolette Bühler, Frankl, Binswagner'dir. Davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlara karşı görüşleri vardır. Özellikle insanı ele alışları açısından öteki ekollerden ayrılırlar. Bu yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin yada iş örgütüdür, aracı haline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir. Geçmiş ya da gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan için bilim amaç değil, ancak araç olabilir. İnsanı tanırken dogmatik görüşlerden kaçınmak gerekir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için iç gözleme baş vurmak zorunludur. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yordanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır. Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarını kontrol etmektir. Oysa Hümanistik yaklaşımda olanlar, psikolojik kontrolün insanlığın zararına kullanılabileceği inancındadırlar. Örneğin, iyi insan yetiştirmek doğru amaç gibi gelebilir. Ancak bu konuda çok çeşitli görüşler ortaya atılabilir.

• Varoluşçu Psikoterapiler: İnsan beyninin çalışma prensipleri ile ilgili son yıllarda ilginç çalışmalar var. Beyin yarım kürelerinin fonksiyonları üzerine araştırmalar yapan bilim adamları bir takım ciddi sonuçlara ulaşmışlardır. Bu çalışmalara göre insan beyin yarım küreleri farklı fonksiyonlara sahiptir. Sağ beyin sentezci, hayalci, keşfeden, yaratan ve sanatçı özelliklere haiz iken, sol beyin analizci,parçacı, mantıklı düşünen, matematiksel bakan, de terminal bağlara sıkı sıkıya bağlı ve dilin yapılanmasını sağlayan bölümdür.
Yukarıdaki cümlelerimin konu ile bağlantısı olmadığını düşünen okuyucular olabilir. Gestalt psikolojisini mikst beyin yapısının bir ürünü görüp diğer psikoloji ve terapilere bakacak olursak hep sol beyin fonksiyonları açısından insanları inceliyorlar gibi. Ancak varoluşçu psikoterapi yaklaşımı diğer tüm yöntemlerin karşısına farklı bir kimlikle çıkıyor ve hepsini reddediyor.
Prof. Dr. Özcan Köknel Varoluşçu Ruhbilim yaklaşımı hakkında güzel bir özet yaparak şunları söylemektedir."Varoluşçuluğu oluşturan düşünce akımları 19. yy. ortalarında başlamıştır. Gizemci düşünür Kierkegaard'ın (1813-1885) gizemsel düşüncelerinden yararlanan Heidegger (1889-1976), insanın kendi varlığının kendisi tarafından yaratıldığını ileri sürerek bu öğretiyi ortaya atmıştır.
Varoluşçuluk öğretisi, insanın kişisel anlamını değerlendirmesini, yaşama sürecinde kendi yolunu seçmesini, düşman ve amaçsız bir evrenin doğurduğu, kişiliğin yitirilmesi tehlikesine karşı, insanın kendi özgür istemiyle direnmesi gerektiğini savunur. Gabriel Marcel'in (1889-1973) öncülüğünde Tanrıcı varoluşçuluk; Jean Paul Sartre'in (1905-1980) öncülüğünde Tanrısız varoluşçuluk adını alarak iki ayrı akım olarak kısa bir süre içinde gelişmiş ve yayılmıştır.
19. ve20. yy.'da, Varoluşçu Ruhbilime katkısı olan ilk ruhbilimci olarak Franz Brentano (1838-1917) gelir. Brentano, bilinç alanında ancak duyu organlarıyla algılanabilen süreçler üzerinde durarak, aynı zamanda görüngüye (fenomen) dayanan öğretiyi de kurmuştur. Husserl (1859-1938) bu öğretiyi geliştirmiş, varoluşçu çözümlemeyi getirmiş ve Freud'un yapısal kuramını kabul ederek hastalara yaklaşımda kullanmıştır. Bunları, Ludwig Binswanger (1881-1966), Karl Jaspers, Eugen Minkowski, Medard Boss,Erwin Strauss, Antonia Wenkart izlemiştir. Bu bilim adamları varoluşçu öğretinin ruhbilim ve ruh hastalığının tedavisinde kullanılan yöntemler içinde yer alıp gelişmesine öncülük eden görüngücülük öğretisinin de kurucuları olmuşlardır.
Varoluşçuluk öğretisine göre, evrende kendi varlığını kendisi yaratan tek varlık insandır. İnsandan başka tüm varlıklar, varoluşlarından önce yapılmışlar, biçimlenmişler, nitelik kazanmışlardır. insan kendini nasıl yapar, varlar ve değerlendirirse insan odur. Yaşama anlam veren insanın kendisidir. İnsan kendini varladığı için özgür ve sorumlu olmak zorundadır. Bu sorumluluk nedeniyle bunalım, sıkıntı, kaygı duyar. Varolma so-rumluluğundan doğan bu kaygı ve sıkıntı, insanın temel davranış ve eylem gücünü oluşturur. Görüldüğü gibi, Varoluşçuluk, nesnel varlığı insana, insanı kişisel varlığa, kişisel varlığı da düşünceye bağlayarak idealizme varmaktadır."
Varoluşçulara göre insan davranışları doğadaki diğer fiziksel olaylar gibi değerlendirilemez, incelenemez, kategorilere ayrıştırılamaz. İnsan davranışları bu bağlamda açıklanamaz, ancak anlaşılabilir. İnsan davranışlarının anlaşılabilmesi için veya insanın bütüncül olarak anlaşılabilmesi için tüm yargılardan ve ön fikirlerden uzak olmak gerekir. İnsan mekanik bir aygıt olmadığından onun davranışlarını bir takım gruplara ayırmak, sistematize etmek , şablonlaştırmak insanı anlamak değil , tam tersine onun anlaşılmasını zorlaştıran temel faktördür. Hele hele bir takım hastalık isimleri altında insanları birer kemiyet gibi değerlendirmek, bilgisayar programlarına kodlamak, sistematize etmek insana yapılacak en büyük ihanetlerden biridir.
İşte varoluşçu felsefeden yola çıkan bilim adamları insanı anlamak için toptan psikiyatriyi reddeden anti psikiyatri anlayışlarına da kaynaklık etmişlerdir. belki de insana insanca bir yaklaşım tarzını varoluşçu terapilerde bulmak mümkündür. İnsanın gerçekten insan olarak değerlendirildiği hasta ile hekimin eşit şartlarda gerçeği aradığı anlayış ve yaklaşım tarzı sadece varoluşçu tedavilerde mümkündür. Bu kadar müsamahalı ve geniş bir yaklaşım tarzını ihtiva etmesi nedeni ile uygulamada geniş bir yelpazenin varlığı da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Bu tedavi programında kişi hekimi ile eşit şartlar altında kendini anlamaya çalışır, patoloji olarak görülen bozuklukları anlamaya hayatını anlamlı kılmaya ve aktif bir üretkenliğe dönmeye çalışır.
Varoluşçu psikoterapistler arasından Victor Frankl'ın görüşlerine ve eklektik tarzına bakmakta yarar vardır. Ona göre;" Ego'yu tedavi etmek amacı ile O, eklektisizme yönelerek psikoterapi, davranış tedavisi, ilaç tedavisi, ve gevşeme egzersizlerini bir arada kullanmaya kadar işi ileri götürmüştür. Buna kendi yarattığı Logo terapi adlı yöntemi de eklemiştir. Bu yöntemin temel hedefi hastada az yada çok miktarda kaybolmuş olan egonun temel gücünü, yani iradeyi geliştirmektir. Frankl'a göre yaşamında artık anlam göremeyen bir kişi hastalanır, çünkü insan anlam yokluğunda varolamaz. Logo terapide anlama ve özneye saygı şu yönlerde ortaya çıkar. Varoluştaki kişisel amaç ve değerlerin keşfedilmesine engel oluşturan şeylerin analizi zorunlu olarak anlama çabasını ve öznelliğe saygıyı gerektirir. Ama logo terapi aynı zamanda iradeyi ve sorumluluk duygusunu uyandırmaya ve desteklemeye yönelik teknikleri de içerir". Her hasta farklıdır. Semptomların ifadesinde kullanılan dil her hasta için farklıdır. Hastaların ifadeleri ancak kendi içsel ve dışsal dinamikleri ile birleştirildiğinde anlam kazanır. Hastanın ruhunu anlamadan yapılan yaklaşım tarzları her zaman hatalıdır ve kişiyi yanlış sonuçlara götürür. Hastaya gerçekten yardımcı olmak istiyorsak tüm şahsi düşüncelerimizi bir tarafa bırakarak hasta gibi hissetme , onunla beraber düşünmek zorundayız. Hasta ile olan ilişkilerimizde, hastanın geçmişine kilitlenme değil, geçmişten günümüze intikal eden şu andaki sorunlara yoğunlaşmak gerekir. Geçmiş şu anda hastayı etkiliyorsa önemlidir. Her hekim az veya çok varoluşçu bir yaklaşım tarzını benimsemek zorundadır. Hastaların kendi dünyalarında bağımsız ve özgür bir fert olduğunu kavrayamayan, insan olarak onlara gerçekten değer veremeyen hiç bir yaklaşım tarzının fazla yararlı olamaz.
• Gestalt Yaklaşımı: Gestalt yaklaşımını tanımlayabilmek, özellikle kuramın yapısı ile ilgili nedenler yüzünden oldukça güçtür. Kuram, varoluşçuluk, fenomenoloji, gestalt psikolojisi, holizm, klasik psikanaliz ve neo-Freudyan görüşler, beden terapisi, organizmik görüş, alan kuramı, doğu dinleri, ve tiyatro ve dans gibi sanatın değişik boyutlarının bir bileşkesi olarak ortaya çıkmıştır. Bütün bu değişik boyutları hep birlikte açıklayabilmenin pek kolay olmadığı ortadadır. Gestalt yaklaşımı sadece etkilenmiş olduğu değişik görüşlerin bir bütünü değildir. Bu görüşler, gestalt yaklaşımının içine yerleşirken farklılaşmışlardır, yani bir araya getirildiklerinde tek başına ifade ettiklerinden daha farklı bir anlam kazanmaktadırlar. Gestalt potasının içinde erirken, her biri Gestalt yaklaşımına değişik bir renk ve lezzet katmıştır. Gestalt terapi, genelde, varoluşculuk kavramlarından uzak kalmaya çalışmış ve fenomenoloji ve farkındalık prensiplerini daha fazla önemsemiştir. Gestalt terapinin amacı kişinin kendi örüntüsünü araştırması, keşfetmesi, yaşaması ve farklı kısımlarını bütünleştirebilmesidir. Gestalt terapinin kurucusu olan Fritz Perls’e göre Freudyan görüşün anlamsız ve yanlış yanlarını temizlemek uzun zaman almıştır. Gestalt terapi uygulamaları insan potansiyelini geliştirmek amaçlıdır; insanı yeniden bir bütün yapabilmek için kişiliğindeki boşlukları doldurmayı hedefler. Bu kısa dönemli ya da büyülü olmamakla birlikte iyi bir yoldur. Gestalt yaklaşımı uygulamaları, yaşamlarımızın gerçek otoriteleri haline gelmemizde yardımcı olmayı hedefler. Kendimizi, ne yapacağımızı bilemez halde ve kendi hayatımıza yabancılaşmış olarak bulduğumuzda, “impasse” ya da kör düğümle birlikte, aynı zamanda daha canlı, renkli bir varoluş şansını da bulmuş oluruz. Kör düğüm, kişinin çevresel destek bulamadığı ve iç desteğini sağlayamadığı, gerçek kendini desteklemenin henüz başarılamadığı durumdur. Aslında hiç kimse, büyümeye, yani kör düğümün üzerine gitmeye gönüllü olmaz. Oysa tümden iyileşmeyi sağlayacak olan şey bu noktada nasıl sıkışıp kalmış olduğumuzu fark etmektir. Kör düğüm terapide, büyüme ve gelişme ile ilgili kritik noktadır. Terapinin amacı, danışanı başkalarına bağımlılıktan kurtarmak ve düşündüğünden daha fazlasını yapabileceğini keşfetmesini sağlamaktır. Gestalt terapinin en önemli özelliklerinden biri “şimdi ve burada” prensibine odaklanmasıdır. Perls de Freud gibi geçmişten gelen çözümlenmemiş çatışmalar üzerinde çalışılmasını önerir. Ancak Perls’e göre eski çatışmalar, şu andaki davranışlarla sergilenmektedir ve bunlarla “şimdi ve burada” prensibi kullanılarak çalışılmalıdır; çünkü “şimdi ve burada” nasıl olacağımızı ve kendimize uygun olanı aktif olarak seçmekte tamamen hürüz. Nitekim Perls danışanın şu anda çatışmanın değişik kısımlarını dramatik roller şeklinde oynamasını isteyerek canlandırmasını, böylece çatışmanın daha iyi farkına varabilmesini, onunla temas edebilmesini ve çatışmanın yönünü şu anda ve gelecek için kontrol edebilmesini sağlardı. Ne kadar sıklıkla gelecekle ilgili kaygıları ya da geçmişle ilgili pişmanlıkları bırakıp şu anda ve buradaki farkındalığımıza odaklanabiliyoruz? Bunu yapabilirsek enerjimizi boşa harcamayarak, şu anı yaşamak için verimli şekilde kullanabiliriz. Bu anlamda gestalt yaklaşımında, içinde bulunulan anın kıymetini bilerek, onu tam olarak yaşamak temeldir. Gestalt terapinin üzerinde yürüdüğü iki ayak, “şimdi” ve “nasıl”dır. Şimdi, mevcut olanı kapsar; fenomendir; farkında olduğumuz şeydir. Nasıl ise yapıyı, davranışı, yani gerçekte var olan süreci kapsar. “Nasıl” biz ve dünyanın işlevlerini anlamak için ihtiyacımız olanı verir, konuyu derinleştirip çıkış kaynağını bulabilmeye yardımcı olur. Eğer yapı değiştirilebilirse, işlev, işlev değiştirilebildikçe yapı değişir. “Niçin” ve “çünkü” ise “kötü” sözcüklerdir. “Niçin” sorusu bir izahat almamızı sağlayabilir, ama nedenleri bilmek çözüme götürmeyebilir. Bu bağlamda farklı olarak psikanaliz, hastalıktan hastayı değil, geçmişi, bir travmayı, oedipus karmaşasını vb. sorumlu tutar. Gestalt terapide sürekli geçmiş konuşulmaz, ama o andaki duygular geçmişle ilgili ise bunlarla çalışılır; çünkü “bitirilmemiş işlerimiz” olduğu sürece geçmişi beraberimizde taşıyıp dururuz. Bitirilmemiş işler genellikle öfke, nefret, endişe, keder, terk edilme, suçlanma, reddedilme gibi duygularla ilgilidir. Bu gibi duygular tam anlamı ile yaşanmamış olduklarında fonda kalırlar ve kişinin kendisi ve diğer kişilerle olan temaslarında sürekli ortaya çıkarlar; şekil haline gelebilmek için fırsat ararlar. Perls’e göre kırgınlık en sık rastlanılan bitirilmemiş iştir. Bitirilmemiş işler kişinin psikolojik enerjisini tüketerek şu anki ihtiyaçların giderilmesini önler. Patolojik yollardan tamamlanmaya çalışılır ya da kişi orada saplanıp kalır. Oysa kırgınlığın uygun şekilde ifadesi, insanlarla ilişkilerimizdeki güçlükler bağlamında yaşamı kolaylaştırabilir. Kişinin geçmişte acı verdiği için üzerinde hiç durmadan bırakıp kaçıverdiği işe geri dönmesi gereklidir. Kişi cesaretsizse geri dönüp bitirmekten kaçınabilir. Terapist bu amaçla bireyin hoşnut olmadığı deneyimleri farketmesine, açığa çıkartmasına olanak sağlayacak güvenli ortamı oluşturarak, iç kaynaklarını harekete geçirinceye dek kaçınmasını engeller. Özetle farklı görüşleri potasında eritmiş, kişinin “hasta” değil “danışan” olarak tanımlandığı, terapistin otorite olmasını, yorumlar yapmasını, büyüme ve gelişmeye ters düşeceği için kabul etmeyen, “şimdi ve burada” prensiplerine dayanan, duyguların ifadesine ve yaşanmasına olanak tanıyan, ihtiyaçların, kişilikteki boşlukların farkına varılması ve bunların giderilmesi hedefini güden gestalt terapi, genellemelerden kaçınarak, olayların kişiye özel anlamlarının anlaşılmasına vurgu yapar.

• Davranışçılık: Tüm davranışlar gibi uyumsuz davranışların da öğrenme ürünü olduklarını savunmaktadır. Davranış psikologlarına göre, insan doğuştan birtakım davranış eğilimlerine sahiptir. Bunlar doğal gerçek olup, aslında ne iyi ne de kötüdür. İnsan doğuşta boş bir levha gibidir; refleksler dışında davranış yoktur. Kazanılan bütün davranışlar, davranış potansiyelinde pekiştirme sonucunda meydana gelen sürekli değişikliklerdir. O halde uygun pekiştirme yöntemleri kullanarak istenilen davranışı geliştirmek mümkündür.
Temsilcileri arasında klasik şartlanma çalışmalarıyla Pavlov ve operant şartlanma çalışmalarıyla Thorndike ve Skinner’dir.
Davranış terapistlerinin görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
1. Bütün davranışlar öğrenilmiştir.
2. İnsan davranışları, kalıtımla getirilen yapının çevre ile etkileşimi ürünüdür.
3. İnsanı anlamak için onun gözlenebilir davranışlarını incelemek ve dikkatle düzenlenmiş deneylerle davranışı belirleyen yasaları bulmak mümkündür.
4. İnsan davranışlarının gerisinde benlik tasarımı, bilinçdışı güdüler gibi gözlenemeyen faktörler aramak yersizdir.
5. Davranışların mekanizmasını anladıktan sonra onları kontrol etmek mümkündür.
Davranış terapistlerine göre, davranışların amacı, organizmada gerilimi azaltmaktır. Başlangıçta açlık, susuzluk gibi fizyolojik; sevilme, ait olma gibi psikolojik güdüler insanı davranışa sevk ederler. İnsan zamanla öğrenme yolu ile kazanılan başarma, üstün olma gibi toplumsal güdülerle de davranışta bulunur. Gerilimi azaltmada başarılı olan davranışların tekrarlanma olasılığı yüksektir.

 Davranış Terapistlerinin Kullandığı Belli Başlı Tekniklerİ
1) Biçimlendirme:
2) Taşırma:
3) Atılganlık Eğitimi:
4) Kaçınma:
5) Model Gösterme:
6) Sistematik Duyarsızlaştırma:

• Eklektik Yaklaşım: Belli bir kurama dayanmaz. Bu yaklaşım, danışmanın çeşitli kuramlardan yararlanarak geliştirdiği, kendine özgü bir psikolojik danışma biçimidir. Eklektik yaklaşımın ortaya çıkışının baş nedeni, kuramlardan hiç birinin psikolojik danışma sürecini tek başına açıklayamamış olmasıdır. Her kuramın yeterli ve yetersiz yanları vardır.
Ancak, eklektik yaklaşım, her psikolojik danışma görüşünün yeterli yanlarının alınması ile bir psikolojik danışma süreci oluşturulması anlamına gelmez. Her eklektikçi psikolojik danışmanın, kendi tutum ve davranışlarıyla oluşturduğu özgün ve tutarlı bir psikolojik danışma görüşü vardır. Bu, danışmanın mesleksel kişiliğini belirlemektedir.

__________________
Çevirimiçi durumu