Işıktan Daha Hızlı Hareket Edebilseydik Ne Olurdu?
Albert Einstein, 1905 yılında özel görelilik kuramını açıkladığında, zamanın göreceli bir kavram olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş olduk. Ama kuramda öne çıkan bir şey daha vardı; ışığın hızının bu göreceli duruma dahil edilmeyen tek sabit değer olduğu. Ünlü denklemi E=mc2, bunu mükemmel bir şekilde anlatıyordu. E’nin enerji, m harfinin kütle, c harfinin ise ışık hızını temsil ettiği denklemde, kütle ve enerjinin birbirlerini değiştirebilecekleri görünüyor. Yani bir maddenin, sergilediği hıza bağlı olarak kütlesi de artacaktır. Özetle, madde ne kadar hızlı hareket ediyorsa, kütlesi de o kadar artar. Bu durumda enerji ve maddenin, birbirlerine çevrilebilen para birimleri gibi olduklarını söyleyebiliriz. Ama parayla olanın aksine, ışık hızının karesi olarak verilmiş olan değişim kuru her zaman sabittir. Bu değişim kuru çok büyük bir değer olduğundan, küçücük bir kütle bile çok büyük miktarda enerji üretir.
Örneğin, ışık hızının yüzde 90’ına ulaşabilen bir insanın kütlesi sadece iki katına çıkar. Ama ışığın hızına ulaşmasına ramak kaldığı anda (%99,9’una ulaştığında) kütle artışı da çılgın bir ivmelenme hareketi göstererek ölçülebilir değerlerin çok ötesine geçer. Hatta artık kütle değerinin sonsuza ulaştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla böyle bir kütleyi hareket ettirecek olan enerjinin de bu değerlerde olması gerekecektir. İşte bu noktadan sonra böyle sonsuz bir kütleye sahip olan bir cismin biraz daha hızlanması ve ışık hızını yakalaması mümkün değildir. Çünkü o hareket için sonsuz bir enerjiye ihtiyaç duyacaktır. Bu yüzden hiçbir cisim ışık hızına ulaşamaz. Peki ama yine de ışık hızına ulaşabilsek ne olurdu? Cevap; zaman genleşmesi. Uzay-zaman yapısı homojen olduğundan ve evrenin hız sınırı da ışık hızıyla belirlenmiş olduğundan, ışık hızında hareket eden bir cismin, zamanda hareket edecek hızı kalmaz. Sonuçta ışığın kendisine dönüşür ve zaman kavramı tamamen yok olur.
Kısa Yanıt:
Zamanı dondurmuş olurduk.