[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #232  07-03-2007 11:48 GMT+2 saat  

asi_kiz16


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 50.8%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 443
Şehir: osmanýyee
Ülke:
Meslek:
Yaş: 33
Facebook'ta Paylaş
Bu şerefsizliği ilk yapan Rıza Nur'dur. "Hayatım ve Hatıralarım" adlı 2005 sayfalık baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında, "İhtiyar Teselyaların rivayeti şudur." diye başlar ve Mustafa Kemal'in annesinin genelevde çalıştığına ilişkin iğrenç iftirayı atar. Rıza Nur tipindekiler de, yani yeni Rıza Nurlar, bu iftiraya sarılırlar.

Bu iftiranın ortaya çıkış nedenini anlayabilmek için Rıza Nur'u biraz tanıtmamız gerekecek. Ayrıca uydurma ve iftiraların %90'nın kaynağı da bu kişidir, belirttiğimiz kitabıdır. Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu kitaptır.

Rıza Nur, tıp doktorudur. Birinci ve İkinci Meclis'lerde iki dönem milletvekilliği yapmış, iki kez hükümette görev almış, Lozan Konferansı'na İsmet İnönü'nün maiyetinde katılmış bir kişidir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 14 ciltlik Türk Tarihi adlı bir eser yazarak burada Kurtuluş Savaşı'nı överek anlatır.

Eylül 1926'da Türkiye'den ayrılarak ve Fransa'ya yerleşir. Buna karşın milletvekilliği maaşının ödenmesi sürdürülür. Gidişi de kendisinden, hastalığından kaynaklanır. 1927 yılında Atatürk, Nutuk'u okur ve yayımlar. Nutuk'ta bu kişinin Balkan Savaşı sırasında yurda ihanet etmiş olduğu, herkes yurdu kurtarma çabası içindeyken bunun Arnavutları isyan ettirme çalışmalarında bulunduğu açıklanır.

Rıza Nur 1928 yılında, Nutku okur ve "Hayatım ve Hatıralarım" isimli anılarını yazmaya başlar. Yazarken kullandığı kaynak Nutuk'tur. Nutuk'u ters yüz ederek ve hiçbir belge kullanmadan yazar. Yazdıkça da kalemi iyice kayganlaşır, hayallerini, kafasından geçenleri, fütursuzca kağıda döker. Böylece hainliğinin ortaya dökülmesinin karşılığını verir.

Anılarını, 1935 yılında, Biritsh Museum'a "1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak" koşuluyla gönderir. Yani olay tanıklarının ölmesini bekler. Anılar, 1967/1968 yılında 4 cilt olarak Türkiye'de yayımlanır. (Bu iftiraların yayımlanmasına göz yumanlar da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir hainliktir.) İşte bundan sonra Atatürk düşmanları, Türk ve Türkiye düşmanları, kendilerince bir kaynağa kavuşurlar. Atatürk dönemi tarihini belgelere, gerçeklere dayalı değil, Rıza Nur'a dayalı işlemeye başlarlar.

Rıza Nur&񗝉un anılara göre Atatürk, her türlü kötü özelliğe sahip bir kimsedir. Kurtuluş Savaşı Rıza Nur sayesinde zafere ulaşmıştır. Lozan'ı yapan, saltanat'ı kaldıran, Cumhuriyet'i kuran, halifeliği kaldıran devrimlerin düşünce babası sözde hep Rıza Nur'dur.

Peki bu Rıza Nur nasıl bir kişidir? Anılarında kendini tanıtıcı çok bilgi verir ve kendi kendine hekim olarak koyduğu tanı "Kuşkusuz ki ben nevrastenik idim". Evet hasta bir kişidir.

Turgut Özakman, bu kişinin kişilik yapısını "Dr. Rıza Nur Dosyası (Bilgi Yayınevi)" adlı yapıtında ayrıntılarıyla ortaya koyar. Ve bir doktordan, yazdıklarının incelenmesiyle bir tanıya ulaşmasını ister. Ruh ve Sinir hastalıkları uzmanı Dr. Hasan Behçet Tokol'un, Rıza Nur'a ilişkin tanısı şöyledir:

"Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.

"Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme), fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci), fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur). Gerçekten bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalığa sahipmiş.

İşte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu. Turgut Özakman'ın eserinden Rıza Nur'u biraz daha tanıtalım : Rıza Nur, bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. "Türk Tarihi" adlı kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar.

Rıza Nur cinsel yönden de sağlıklı değildir. Kendi anlatımıyla gençliğinde bir kez cinsel tacize, bir kez de tecavüze uğramıştır. Sonrasında bir Harbiyeliye aşık olur. Kadın olmak ister. Husyelerini aldırtmayı düşünür.

Rıza Nur'un "Hayatım ve Hatıralarım" adlı kitabının bazı cümlelerini aynen şöyledir :

"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)."

"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor (s.1346)"

"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış (1410)."

"Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım (s.7."

"Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu (s.84)."

"Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)"

"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)"

"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)".

"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir (s.37. Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s.1305)".

"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalanda söyledim (s.105)."

Rıza Nur'un hazırladığı bir parti programından saçmalıklar :

* İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.
* Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek.
* M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek .
* Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik gibi ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır.
* Halveti tarikatına müsaade etmeli.
* Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır.
* Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak.
* Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz. Kadın çocuk makinesidir. Dans yasaklanacak. Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak.

Yeni Rıza Nur'lar, iğrenç yollarında yürüyebilmek için, Rıza Nur'un dışında kaynak, belge, bilgi sıkıntısı çekiyorlar. Çözüm olarak yine Rıza Nur'u kullanıyorlar. Kendileriyle aynı ağzı kullanan bir yabancı gazete de aynı şerefsizliği yapmaktadır. Türk Ulusu Atatürk&񗝉e saldıran şerefsizlerin kimlerle işbirliği içinde olduğunu görmelidir

Not:turkbilim.sitemynet.com'dan alıntıdır.

Bu mesaj Admin tarafından düzenlendi (06-04-2008 15:53 GMT+2 saat, ago)
__________________
evet ne var güLen maskeLerin arkasında ağLarken yakaLandım
evet ne var hem oyundum hem oyunumu bozandım
evet ne var yüzLerce kez seviLdim aLdatıLdım
evet ne var kimi zaman asi kız, kimi zaman poLyannaydım
evet ne var kimi zaman sımardım sımartıLdım.
evet ne var çamurdan insanLar, sana
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #15243  11-08-2009 18:05 GMT+2 saat  

H_NİHAL_ATSIZ


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 0.2%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 1
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Değerli kardeşim senin Dr.Rıza Nur hakkında söylediğin asılsız ve yalan diddiaların hepsini şiddetle ve nefretle kınıyorum senin o bahsettiğin şahsiyet hayatını
TÜRKLÜK İÇİN YAŞADI TÜRKLÜK İÇİN ÖLDÜ git merkez efendideki mezar taşındada aynen öyle yazar atatürkle arası açıldı dogrudur ama ataturkun hakkında asılsız hiç bir iddiada bulunmamıştır hele senin yazdıklarını asla sana bir örnek vereyim halkın %47 si lamba partisini seçti ama ben o partinin ismi aklıma gelince yada o partiden birini görünce ağzıma hakim olamıyor ve kalaylıyorum ben vatan hainimi oluyorum? şimdi rıza nur atatürkler arası açıldı diye haksızmıydı? veya atatürk %100 haklımıydı? cumhuriyet atatürkün eseridir fakat bu atatürkün herşeyinin dogru oldugu anlamına gelmez mesela peygamberimiz HZ.MUHAMMED (sav) allah onu doguştan peygamber olarak yarattı fakat neden 40 yaşında ona peygamberlik görevini vermiştir çünkü bir insan peygamberde olsa 40 yaşına kadar cahildir hata yapabilir senin bu karalamayı yapma sebebine gelince

1. ya damarlarında bir damla türk kanı yok

2. ya pkk'lı bir kürtsün

3.ya moskof comunistsin

4.ya bu şahsiyeti çok yakından tanıyor ve çekemiyorsun

5.yada kulaktan duyma bilmeden çok büyük bir hata yapıyorsun farkında değilsin


not; bu siteye sırf sana yanıt vermek için üye oldum istersen sana iddialarını ilerde kaynaklı bir şekildede sunarım

__________________
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #19125  16-03-2010 22:57 GMT+2 saat  

hadiya


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 0.2%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 1
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
H_Nihal_ATSIZ ADLI ÜYEYE SORMAK İÇİN BEN DE ÜYE OLDUM. cAHİLLİĞİME VERİN. aŞAĞIDA YER ALAN BİLGİLERİ YAZAN rIZA nUR MU?

"Mustafa Kemal'i en iyi tanıyanlardan biri olan Tabib Rıza Nur, 'Hayat ve Hatıralarım' isimli kitabının 4. cildinin 1357. sahifesinde diyor ki:

Anlaşıldığına göre boşanma vak'asından iki-üç gün evvel Latife hanım kardeşi İsmail ve haremi Süreyya Paşa'nın kızı Melahat ile Ankara'ya gitmişlerdi.

Çankaya'da misafir olmuşlar.

O vakit Mustafa Kemal'in yanında kâtip sıfatıyla Halit Ziya'nın oğlu Vedad vardı. Güzel tüysüz bir çocuk.

Bir akşam üzeri karanlık çökerken İsmail'le Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad, Mustafa Kemal'i ağacın dibinde yapıyor.

Latife'yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife, Mustafa Kemal'e:

'Herşeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem.' demiş.

Gazi susmuş, İsmet'in evine gitmiş. 'Bu karıyı şimdi boşayacağım' demiş. İsmet, sabahleyin erken Heyet-i Vekile'yi toplamış. Boşanmaya karar vermişler.

İsmet Latife'yi alıp, trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş. Latife ona:

'Sus, sus! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme, seni benden daha rezil eder. Her pisliğine aleti sensin' demiş.
"

Ya da bu satırları yazan da aynı kişi mi?

"Latife'yle boşandıktan sonra Mustafa Kemal'in zincirleri yeniden çözüldü. Eski fuhşiyat alabildiğine başladı. Çankaya meşhur ve muteber bir kerhâne oldu. Yirmi-otuz kadın birden doluyordu. Sabahlara kadar mum söndü yapılıyordu...

Salih Bozok'la Recep Zühtü İstanbul'da Tokatlıyan'ın arkasında bir ev tuttup bunu kerhane hâline koydular. Hem kendileri eğleniyor hem de kadınları iyilerini seçip Mustafa Kemal'e yolluyorlardı. Karılar Hâriciye vekili (dışişleri bakanı) Tevfik Rüştü'nün evine gidiyor, Gazi de oraya gidip eğleniyordu. Sabahlara kadar türlü fuhuş oluyordu. Hâriciye vekili kerhâneci başı olmuştu. Zararı yok, zaten bu sayede hâriciye vekili olmuştu. Mustafa Kemal boşanınca kadınlar artık doğruca Çankaya'ya Mustafa Kemal'e gidiyor...

Salihin kerhanesi çok zaman işledi. Öyle rezaletler oldu ki, polis kapatmaya teşebbüs etti. Mustafa Kemal'in en büyük arzularının ocağı yıkılabilir mi? Demek rezaletler ne kadar ilerlemişti. Nihayet polis burasını kapatmaya muvaffak olmuştur. Ama aradan yıllar geçti.

Mustafa Kemal Konya'ya gitmiş, orada mektebi ziyaret edip bir öğretmen kadını beğenmiş, almış getirmiş. Onunla bir müddet eğlendi. Sonra Avrupa'ya tahsile yolladı. Milletin parasıyla fahişelerine ihsan...

İzmir'e gitmiş, orman memurunun mektebe giden küçük kızı Afet'i beğenmiş, almış getirmiş. Hadi ona da fuhuş... Sonra onu da İsviçre'ye tahsile yolladı. Vaktiyle metresi Fikriye'yi de göndermişti. Onun usûlü bu...

Nerede kız görüp beğenirse eşkiya gibi omuzlayıp götürüyor.Hem de mekteplerden... Ne fecî! Evvelce bir gece Ankara Darülmuallimâtını da basıp bir kız kaçırmıştı. Adam hırsız eşkiya...

Şimdi bu afet yanında, en gözdesi... Muallim, müverrir(!) olarak bulunduruyor.

İş sade böyle değil. Her taraftan kendisine kadın takdim edenler var. Bir avukat Lütfi var, karısı Bulgar'mış. Çok güzelmiş. Karısını takdim etmiş, baron işi gibi imtiyazlar almış. Şimdi böyle kadın yağmuru var, Çankaya'ya yağıyor...

Böyle pezevenklerin bini bir paraya...Maalesef namuslu insanlardan da iştirak edenler oluyor. Birgün Çankaya'dan Meclis'e bir telefon geldi. Arayan Kütahya mebusu Nuri. Sivas mebusu Rasim'le konuştu. Sonra Rasim gelip bize anlattı, Nuri diyormuş ki: 'Doktor Ömer Şevki bey nerede? Paşa'ya Müfid Bey'in kızını takdim edecekti. Araba gönderdik bekliyoruz.' Filhakika Ömer Şevki bu kızı alıp Mustafa Kemal'e o gün götürmüştür. Bunu işiten mebuslar hep iğrendik, hem de bir alay mevzuu oldu haftalarca sürdü. Şükür meclis'te namuslu insanlar çokmuş. Herkes Ömer Şevki'den selamı sabahı kesti. Halbuki bu adam namusluydu...

Çankaya fuhuş merkezine böyle gelip gidenler olduğu gibi yirmi-otuz tane de seçme genç kız ve kadın var. Bunların bir kısmına evlatlığım(!) diyor. Bir tanesi pek meşhur, Almanya'da dans tahsil etmiş bir kız. Güya Çankaya'da dans hocalığı ediyormuş!? Sonra bunu da Avrupa'ya yolladı. Dönünce de gözden düştü...

Bu işler saymakla bitmez. Binbir gece masalları, Venüs mabedi hikayeleridir. Fuhşun her türlüsü icra edilir. Hepsini yazmak uzun ve çirkin...




(Türkiye'nin ilk Milli Eğitim bakanı) Dr.Rıza Nur, Hatırâtım, syf 1318-1321

"

Bunları aldığım yerde daha bir sürü iddaa var Rıza Nur kaynak gösterilerek Mustafa Kemale karşı.

Örneğin Gazi ünvanını kendisinin istediğini ama Meclisin vermediğini daha sonra bu ünvanı zorla aldığını yazmışlar Rıza Nur un ağzından.

Mesela Mustafa Kemalin Sakarya Savaşı bitince meclisle pazarlık ettiğini kendisine 4 milyon lira mükafat verilmesini istediğini sonra 1 milyona kadar düştüğünü ama meclisin vermedğini iddaa ediyor

Mustafa Kemal'in Sakarya Savşından sonra kaçmayı planladığını yazıyor mesela Rıza Nur'un ağzından.

Bu mesaj hadiya tarafından düzenlendi (16-03-2010 23:31 GMT+2 saat, ago)
__________________
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #21028  28-06-2010 17:08 GMT+2 saat  

isra


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 0.2%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 1
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Atatürk gibi yüksek bir şahsiyete bu iftiraların atılmasına inanamıyorum böyle yüksek şahsiyetlere her dönemde iftira atanlar çıkmıştır çıkacaktırda.Ona iftira atanlar utansınlar yazıklar olsun onları lanetliyor kınıyorum yazıklar olsun diyorum hem onun kurduğu ülkede yaşayacaksın hem butür iftiralar atacaksın ikiyüzlü nankörler,aşşağılık pislikler malesef butür yazılar ve yazarlar son dönemlerde çoğaldı iftiracı köpekler başka birşey demiyorum..

__________________
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #21029  28-06-2010 19:22 GMT+2 saat  

ahmet





Tecrübe Puanı.: 0%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Alıntı
isra :
Atatürk gibi yüksek bir şahsiyete bu iftiraların atılmasına inanamıyorum böyle yüksek şahsiyetlere her dönemde iftira atanlar çıkmıştır çıkacaktırda.Ona iftira atanlar utansınlar yazıklar olsun onları lanetliyor kınıyorum yazıklar olsun diyorum hem onun kurduğu ülkede yaşayacaksın hem butür iftiralar atacaksın ikiyüzlü nankörler,aşşağılık pislikler malesef butür yazılar ve yazarlar son dönemlerde çoğaldı iftiracı köpekler başka birşey demiyorum..



katılıyorum isra sana

__________________
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #24868  18-02-2012 17:03 GMT+2 saat  

Zinnureyn_Ali


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 0.2%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 1
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Dr. Rıza Nur'a atılan iftiralara cevap

Tarih boyunca insanlar, kendi putlarını red edenleri, eleştirenleri çeşitli iftiralarla sindirmeye çalışmışlar... Onlara "deli, mecnun" gibi ithamlarda bulunmuşlardır. Aslında bu, gerçek ve doğruların ortaya çıkmasını kabullenememekten kaynaklanan aciz bir yöntemdir. Maalesef Peygamberler de (selam olsun onlara) bu tür suçlamalara maruz kalmışlardır.[1]

Son dönemde bu suçlamalardan ve iftiralardan, Moskova ve Lozan antlaşmalarına delege olarak katılan, 14 ciltlik Türk Tarihi'ni yazan, ilk Milli Eğitim Bakanı ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı yapmış olan Dr. Rıza Nur'da nasibini almıştır... Kendisi M. Kemal Atatürk'ün yaptıklarını, icraatlarını, karakterini eleştirmiş ve bazı gizli kalmış gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Elbette bu, M. Kemal Atatürk'ü ilah mertebesine çıkaran ve doğrulara cevap veremeyenleri rahatsız etmiştir... Dolayısıyla karalama kampanyası başlatılmış ve çarşaf çarşaf iftiranameler basında yayınlanmıştır.

Bu çalışmamızda, Dr. Rıza Nur'un yazdıklarına cevap vermek yerine, ona "deli, mecnun" diyerek ve hatıratından bazı cümleleri cımbızlayarak manayı tahrif edenlere cevap verilecektir.

Aynı zamanda bu çalışmamızda, 90 yılı aşkın bir süredir, kemalistlerce ülkemizde yapılagelen suçlamaların, iftiraların, karalamaların, saptırmaların, sindirmelerin, belge tahrifinin, çamur atmaların, aşağılamaların hangi boyutlara vardığının adeta bir özetini bulacaksınız.

Bu iftiranameyi kaleme alan şahsın ismini bilmiyoruz, ancak kendisine Dr. Rıza Nur'un M. Kemal Atatürk'e taktığı "NERON" ismini takıyoruz.

NERON sözlerine şöyle başlıyor:

"Hayatım ve Hatıralarım" adlı 2005 sayfalık baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında..."

Kitabın baştan sona "iftira ve uydurma" olduğunu söyleyen Neron, her nedense bu iftiralara cevap ver(e)mez.

Neron, "Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu kitaptır" diyerek M. Kemal Atatürk'e yönelik eleştirileri münferit bir vak'a gibi göstermeye gayret eder ve okuyucuya M. Kemal'in başka muhalifinin olmadığını telkin etmeye çalışır. Öyle anlaşılıyor ki, Rauf Orbay, Refet Bele, Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Mustafa Sabri vs. gibi muhalifleri okuyucudan gizlemek istemektedir.

Neyse...

Neron, Dr. Rıza Nur'un "Türk Tarihi" adlı kitabında "M. Kemal'in hakkını teslim ettiğini" söyler, ancak Rıza Nur'un hatıratında bunun gerekçesini açıkladığından hiç bahsetmez. Rıza Nur, "Türk Tarihi" isimli eserin basımının M. Kemal'i övmekten geçtiğinin altını çizer ve buna rağmen aynı eserde üstü kapalı olarak M. Kemal'i eleştirdiğine vurgu yapar.

Neron, Dr. Rıza Nur'un Paris'e yerleşmesini hastalığına bağlar, oysa hatıratında defaatle, M. Kemal'in diğer muhalifler gibi kendisini de yok edeceğinden endişelendiği için Paris'e yerleştigini beyan eder. Ayrıca M. Kemal ve avenesinin gerçek yüzünü yazmanın ancak yurtdışında mümkün olduğuna değinir.

Rıza Nur'un hatıralarını çeşitli müzelere 1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak koşuluyla emanet etmesini; "olay tanıklarının ölmesini beklemek" şeklinde yorumlar... Halbuki herkesce malumdur ki, M. Kemal'in idaresi diktatörlüktür ve muhaliflerini en şiddetli biçimde susturmuştur.

Buna dair birkaç misal vermekte fayda mülahaza etmekteyiz...

Zekeriya Sertel 5 yıl süren Takrir-i Sükun Kanunu dönemini şöyle anlatır;

"Basın sıkı bir baskı altında yaşıyordu. Telefonla gazete başyazarlarına verilen emirlerin dışına çıkılamazdı. En ufak bir hata yüzünden, gazete haftalarca kapatılır, sorumlular mahkemeye verilirdi. Yani tek kelimeyle halk nefes alamıyordu. Havasızlıktan ve hürriyetsizlikten boğuluyordu."[2]

14 Ocak 1923 günü M. Kemal, Karabekir ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir'e gider. M. Kemal o gün çok öfkelidir. Öfkesinin nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'in çıkaracağı gazete için Ankara'ya matbaa makinası getirmesidir.

Karabekir o gezide yaşadıklarını şu sözlerle anlatır:

"Gazi M. Kemal pek asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, (Ankara'ya matbaa makinası getirmiş.. Tan adında bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz) diye yaveri Cevat Abbas Bey'e verdi; veriştirdi. Ve **(yakın, yıkın)** diye çıkıştı. Yalnız kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks edebileceğini ve pek de doğru olmadığını anlattım."[3]

1931 Matbuat Kanunu'nun ilginç ve hukuka aykırı maddesi:

"Her gazete ya da derginin yayınından doğan sorumluluk genel yayını fiilen yöneten kişi ile bu gazete ya da dergi sahibine aittir." (madde 27) [4]

Yani bir yazarın yazdığı yazıdan üç kişinin, yazı işleri müdürü, genel yayın yönetmeni ve gazete sahibinin de sorumlu tutulması, özellikle yalan haber yazan bir muhabirin cezasına diğer üç kişinin de ortak olması hem basın özgürlüğüne hem de hukuka aykırıdır.

8 Ağustos 1931'de yürürlüğe giren 25 Temmuz 1931 tarih ve 1881 sayılı bu yasanın 27. maddesinin basın özgürlüğü ve temel haklar açısından en çok eleştirilen madde olduğunu Çetin Özek [5] ve Remzi Balkanlı [6] kitaplarında yazmışlardır.

Son olarak Kazım Karabekir'in daha basılamadan toplatılıp yakılan[7] "İstiklal Harbimiz" adlı eseri, o dönemin diktatörlük olduğunun en bariz delilidir. Bu durumda Dr. Rıza Nur'un isabetli bir karar verdiğini söyleyebiliriz.

Yazımızın başında, gerçekleri ortaya çıkaran insanların "deli, mecnun" diye yaftalandığına dikkat çekmiştik.

Işte Neron'ların, Dr. Rıza Nur'un hatıratından yola çıkarak, koyduğu teşhisler:

- İzolasyon
- depresyon
- homoseksüel eğilimli
- Obsesif- kompülsiv sendrom
- depersonelizasyon (aşağılık duygusu)
- agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın)
- psikopat
- mitomani (yalan söyleme)
- fabulasyon
- fanteziler
- megalomani
- narsisizm
- paranoid reaksiyon
- egosantirizm

***

Dr. Rıza Nur'a cevap vermek yerine, ona bütün bu teşhisleri koymak, bir nevi; "biz bu adama cevap veremiyoruz, en iyisi mi siz bu adamın dediklerini dinlemeyin, inanmayın çünkü bu adam delidir" demekten farksızdır. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, buradaki kastı kolayca anlayabilir.

Islam tarihini okuyanlar, bunun Mekkeli müşriklerin metodu olduğunu teyit edeceklerdir.

Diğer taraftan Neron, şöyle der: "işte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu"

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, okuyucular, M. Kemal Atatürk'ü bu hasta ruhlu (!) adamdan başka kimsenin eleştirmediğine ve bunun münferit bir vak'a olduğuna inandırılmak istenir, ancak nafile.

Telkinat devam ediyor. Rıza Nur'a bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık teşhisi koyan Neron, hıncını alamaz ve ilmen cevap veremeyenlerin belirgin özelliği olan "belden aşağı vurma" yöntemine başvurur... Rıza Nur'un cinsel yönden sağlıklı olmadğını, tecavüze uğradıgını vs. yazar. Ancak biz bu iddianın temelsiz olduğunu kanıtlayacağız.

Şimdi Rıza Nur'un hatıratından cımbızlamak suretiyle kasten manası tahrif edilmek istenen cümlelere gelelim:

Neron'un cımbızlaması:

"Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım."

Cevabımız:

Burada okuyucuları aldatma amacı güdülmüştür. Okuyucusuna saygısı olmayan, onu kandırmaya çalışmaktan utanmayan birisine cevap verdiğim için kendimden utanıyorum desem yalan olmaz. Lakin herşeyi bir yana bırakıp cevabımızı vereceğiz.

Rıza Nur bu vak'ayı hatıratında şöyle anlatır:

"Son sınıfa geldik. Sınıfta Anadolulu bir çocuk vardı; fakirdi. Babası pansiyona koymuş, gitmiş. Buna acıdım. Çok iyi ahbap olmuştuk. Harçlığımdan buna da verirdim. Bir aralık çamaşırı da kalmamıştı. Çamaşırlarımdan da bir kısmını getirip verdim. Bu çocuğu hakiki ve saf bir sevgi ile severdim. Benden bir-iki yaş büyüktü. Bir gün beni evine çağırdı. Gece kalmağa da zorladı. Halamdan korktuğum halde nasılda uydum, kaldım. 'Raki içelim' dedi, içtim. Bana bir yatak yaptılar, yattım. Uyumuşum. Bir aralık birden uyandım. Anladım ki; karanlıkta biri yatağımdan donumu çekiyor ve kesiyor. Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki; donum kesilmiş. Artık uyuyamadım. Giyindim. Bu işi yapan o çocuktu. Bereket versin ki, uyandım. Bu hakarete uğrayışım aklımı başımdan aldı. Şunu bulayım, boğayım dedim. Evindeyim, korktum. Pencereyi de açtım. Bir şey olsa bağıracağım. Hem de düşündüm, aklım başıma geldi: 'Bu adi çocuk bana istediğini yapamamıştır. Bunu dallandırmaktansa kapatmak evladır' dedim." (cild 1, sayfa 78, 79.)

Başka söze ne hacet?

***

Neron'un cımbızlaması:

"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)".

Cevabımız:

Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar iğrendiğim şeylerdir... Derken ne anlamda söylediği önemlidir. O dönemde M. Kemal Atatürk ve Ismet Inönü gibi yalancıların-dolancıların çevresinde olmasından dolayı, o tip insanları sevmiyorum şeklinde anlamak lazım. Zira bu sözlerin ardından; "manevi bir insaniyete meftunum (gönül vermişim)" der.

Öte yandan; "zalime, müstebide, haksıza, namussuza karşı sertimdir. Fakat mazlumlara karşı gönlüm pek yufkadır. Ağlarım. Hele üç şey bana pek dokunur, mutlaka gözlerimden yaş getirir: Perişan dilenci, bir ağızdan şarkı söyleyen mektep çocukları, talimle yürüyen asker alayı"

şeklindeki açıklaması, anlamak isteyenlere çok şey anlatır.

Kaldı ki, kendisine hediye edilen bir attan bahsederken atı sevdiğini, mahallenin köpekleriyle oynadıklarını ve köpeklere sevgi beslediğini, kuşlar ile meşgul olduğunu, kafes yaptığını ve onları çok sevdiğini ifade eder. Binaenaleyh, zararlı hayvan ve insanları kastettiği ortadadır. (cild 4, sayfa 1532.)

***

Neron'un cımbızlaması:

"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)"

Cevabımız:

Rıza Nur bu konuda "aşağı" gibi bir kelime kullanmaz. Altta da görüleceği üzere "zayıf" kelimesini kullanır. Söz konusu bölümü aynen alıntılıyoruz:

"Şimdi kadınların mebus, vekil gibi yüksek mevkilere çıkması moda. Akıllarına şaşarım, sökmez bir iştir. Yine eski hale geleceksin. Eğer onlar bu kabiliyette olsalardı, asırlardan beri sosyetede erkeklerle beraber yürürlerdi. Vakıa erkekler kanunları kendi lehlerine yapmışlardır. Fakat bu onların kusuru değil, kadınların aczidir. Mani olamamışlar, kadın zayıf bir mahluktur. Tabiat böyle yapmış. Sinirleri zayıf, aybaşları gelir, hastadırlar. Gebe kalırlar, bir yıl karınlarında yük taşır, kımıldayamazlar." (cild 4, sayfa 1530.)

Bu sözlerde ne gibi bir yanlışlık var? Bu görüşün bircok delili mevcut. Özellikle kadınlara Peygamberlik vazifesi verilmemiş olması, kadınlarin insanları idare ve sevk konusunda yeterli olmadıgının delili degil midir? Aynı zamanda dindar olmadığını hatıratında söyleyen Dr. Rıza Nur'un yapmış olduğu tespitlerin Adetullah'a uygun düşmesi, "aklın yolu birdir" atasözünü hatırlatmaktadır. Kaldı ki, Türkiye'de ilk modern ruh sağlığı hastanesini kuran ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman'da farklı şeyler söylemez:

"Kadınla erkeğin tabiat farklılığı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvelâ, kadının esas mizacı heyecanlılık (emotivite)dir. Bütün kadın psikozlarında bunun izlerine tesadüf olunur. Heyecanın hakim olduğu psikozlar, meselâ, cinnet-i mania-i inhitabiye kadınlarda daha çoktur. Vahşi kavimlerden en yüksek medeni milletlerin kadınlarına, pek asrî terbiye görmüş bir mini mini hanımla, köyde doğup büyümüş bir köy kızına varıncaya kadar kadınların müşterek hisleri, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın, ayının yarısını hazırlanma, âdet, âdetten sonra gayri tabilikle, adeta hasta olarak geçirir. Tenasülde erkeğin rolü beş dakikalık bir birleşmeden ibaret ve ondan sonra aşka kayıtsız ve hatta müteneffirken, kadın, aşkın mahsulünü dokuz ay karnında, iki sene göğsünde taşır; hamilelik, doğum ve nifas hallerine ait bir çok ruhi değişiklikler, tabii ve mutad sayılan asabiyetler gösterir. Erkekle kadın nasıl birbirine müsavi olur.? Ruh tıbbında tetkikler ilerledikçe, ruhiyet ve zihniyetler arasındaki farkı daha açık göreceğiz. Kadın heyecanıyla yaşar, erkek muhakeme ile temayüz eder."[8]

Bugün, kadının erkeğe nazaran, ruhen daha heyecanlı olduğu, hadiseler karşısında daha çok heyecanlandığı psikolojik bir gerçektir. Gutteyman da bu konuda şöyle der:

"Kadında idrak, tahayyül, düşünce, isteyiş ve hareket gibi cihetlerin hep umumiyetle heyecanlılığa uygun düşen ve sadece bu zaviyeden anlaşılması mümkün olabilen, karakteristik hususiyetler vardır. Nitekim bu âmil gözetilmeden yapılacak etüdlerde, kadın ruhu, mühim bir kısmı itibarıyla muamma kalır."[9]

Neron'un bu mevzuyu kasten saptırması, "zayıf" kelimesi kullanıldığı halde "aşağılık" kelimesini yazması, kadınların bu konudaki hassasiyetini istismar etmek istemesinden olsa gerek. Halbuki kadınlara değer vermeyen birisi varsa, o da M. Kemal Atatürk'tür. Bunun en açık delili ise zevcesi Latife hanımla boşanma şeklidir. M. Kemal Atatürk, "Biz Latife Hanım ile boşanmaya karar verdik." der, ancak yazının altında tek imza var. Ifade çoğul; ama imza tek. M. Kemal Atatürk, zevcesi adına kararı daha doğrusu kendi kararını deklare eder. Oysa boşanmak, iki tarafın rızasıyla, veya onun mucip sebebi mahkeme hükmü ile olmalıydı.

***

Neron'un cımbızlaması:

"Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu (s.84)."

Cevabımız:

Bu iddianın da aslı yoktur, yani kurgulamaya çalıştığı gibi değildir. Neron, hatıratta yer alan cümleleri işine geldiği gibi kesip-biçmekte ve bu suretle sanki Riza Nur'a tecavüz edildiği intibaını uyandırmak istemektedir. Lakin olayın aslı şöyle... Rıza Nur avcılığa merak sarar ve bazı kimselerle ava gider. Gerisini kendisinden dinleyelim:

"Varınca yanlarına oturduk. Tüfenk'i yanıma koydum. Çırak tüfenki birden kaptı. Hepsi birden üşüşüp kamalarımı aldılar. Ben böyle şeylerden korkar, ihtiyat olmak üzere belimde büyük bir kama ile kaputumun sol kolunun yeninin içinde küçük bir kama taşırdım. Bunu komşumuz olan çocuk bilirdi. Bunları aldılar. Demek bu iş tertipti ve o çocuk benim nerelerimde kama saklı olduğunu da onlara söylemişti. Sonra yaşlı adam tabancasını çekti ve bana: 'Çöz! yoksa öldürürüm!' dedi. Ve küçük çırakla hısmımız çekilip gittiler. Ben derhal yerimden fırladım. Tabancaya bakmayıp herifin üstüne atıldım. Herif bana müthiş bir tokat attı. Gözlerimden şimşek çaktı. hala aklımdan gitmez. Ben üstüne atıldım. Herif tabancası ile ateş edemedi. Tokat, boğuşma başladı. Yaşlı çırak da onlarla beraber. Bu iki kişi ile bilmem ne kadar uğraştım. Herhalde uzun bir savaş oldu. Nihayet bayılıp yere yıkılmışım, ağzımdan köpükler fışkırmış, cansız kalmışım. Öldü zannedip bunlar da kaçmışlar. Gözümü actığım vakit yanımda kimse yoktu. Kendime baktım. Bende de hiç bir şey, hiç bir fena alamet yoktu. Ne yara, ne bir şey. Kalktım. Etrafa baktım, kimse yok. Allah'a bin şükür edip Sinop'a geldim." (cild 1, sayfa 83, 84.)

Rıza Nur'un bunları anlatması, onun kompleksiz, samimi ve dürüst bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir.

***

Neron'un cımbızlaması:

"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalanda söyledim (s.105)."

Cevabımız:

Bu nokta tamamen saptırılmıştır. Aslında tam tersi anlatılmak istenir. Neron, Rıza Nur'un yalancı olduğunu, dolayısıyla M. Kemal Atatürk hakkında söylediklerinin "uydurma olduğu" tezini temellendirme maksadıyla açıkça tahrifat yapmaktadır. Hatırattan ilgili bölümü "aynen" iktibas etmeyi ödev biliyorum:

"Mektep hayatı insanın en saf ve pak zamanıdır. Hak için kükredim, haksızlıklara hücum ederdim. Biri haksızlık ettimi ona diri ve ağır sözler söylerdim. Bunu mukaddes bir vazife bilirdim. Ve: 'Hak mevzuubahis olunca akan sular durur ve de durmalı zannederdim'. Fakat maatteessüf iş hiç te öyle değilmiş... Mektepten çıkınca, hayata girince sosyal ve pratik hayatın ne çirkinlikler ile meşbu olduğunu gördüm. Bu nice emekle hasıl ettiğim ahlak ve pürüzsüz temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terk etmeğe mecbur oldum"

der ve gerekçesini de şöyle ifade eder:

"Mesela ilk doktorluğum zamanımda kimseye 'bendeniz' ve 'zatıaliniz' demiyordum. Karşımdakiler irkilir gibi oluyor, suratını değiştiriyordu. Anlıyordum ki; beni terbiyesiz buluyorlardı. Nihayet onlar gibi demeye mecbur ve terbiyeli oldum. Işte muhite (çevreye) uymak kanunu, zaruri ve kat'idir." (cild 1, sayfa 105.)


Şimdi anlaşılmıştır umarım? Yani karşısındakilerin yanlış anlamasını ve incinmesini önlemek gayesiyle, içinden gelmeyerek de olsa, mübalağalı saygı ifadeleriyle hitap ettiğini yazar. Yani bir nevi diplomatik dil kullanmış diyebilirz buna. Yoksa milleti kendi menfaati doğrultusunda kandırmak, dolandırmak veya çıkar sağlamak kastedilmiş değildir.

***

Neron'un cımbızlaması:

"Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)"


Cevabımız:

Rıza Nur bu konuda, "Ben sonra anladım ki, bu çocuğa aşık olmuştum; fakat bir gün dahi bir kötü şey hatırıma gelmemiş, ona bir kötü söz söylememişimdir. Bu, tabii, saf ve pak bir sevgi idi. Ancak bu bir kız değildi. Kız olsaydı kim bilir nasıl severdim veya yine bu kadar severdim" (cild 1, sayfa 93.)

der ve bunun "anormal" bir durum olduğunu şöyle dile getirir:

"Işte bu 'gayri tabii' hal Türk sosyetesinin bir yarasıdır. Böyle bir aşkın sonu livata demektir. Bu sebeple elbet mezmumdur (ayıplanmıştır)."

Neron, cımbızladığı bu bölüm ile Rıza Nur'u eşcinsel imiş gibi sunma gayreti içerisindedir. Ancak Rıza Nur'un bu durumu "gayri tabii" yani "anormal" olarak tanımlaması ve ilaveten ayıplaması, kendisinin eşcinsel olmadığının göstergesidir.

Anladığımız kadarıyla kalbine vesvese gelmiş ve bunun "yanlış" birşey olduğunu anlamıştır. Insan, kuvveden fiile çıkarmadıkça kalbine gelenden mesul tutulmaz. Insanın kalbine derece bakımından bundan daha kötüsü, yani (haşa) "Allah yok" şeklinde vesvese de gelir... Ancak bu insanı kafir etmez. Kalpler, Rahmân'ın iki (kudret) parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir."[10] Önemli olan yanlış olduğunu bilmektir.

Nitekim Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından bazı kimseler gelerek ona şunu sordular:

"Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki, her hangi birimiz onları söylemeyi bile büyük (bir suç) sayıyor." Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler Evet! deyince: "İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.[11]

Eğer Rıza Nur buna "meşru" deseydi, işte o zaman kınanabilirdi. Ayrıca bunu hatıratında anlatması, iddia edilenin aksine aşağılık duygusuna sahip olmadığını, bilakis gayet cesur olduğunu gösterir. Aklı başında olanlar takdir eder ki, bir insanın eşcinsel olması, onun yalancı olduğu anlamına gelmez.

***

Neron'un cımbızlaması:

"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)."

"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor (s.1346)"

"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış (s.1410)."

Cevabımız:

Bu sözler Rıza Nur'un ne gibi bir yanlış yaptığını gösterir? Morfin bağımlısı zevcesinin yaptıkları, Rıza Nur'u nasıl bağlar? Hatıratı okuyanlar, Rıza Nur'un zevcesini defalarca hastaneye yatırdığını ve tedavisi için elinden gelen gayreti sarf ettiğini görürler. Hanımı ile ilgili meselelerin zikredilmesi, Rıza Nur'un yanlışlarının bulunamadığının itirafıdır... Başka bir ifadeyle; "çaresizliğin dışa vurumudur."

Rıza Nur'un M. Kemal'i eleştirdiği noktalara itiraz var mı? Ondan bahsedin siz. Öyle ya, M. Kemal'i eleştiren bir adamın eleştirilerine cevap verilmesi gerekirken; "deli, sapık" demek, aynı zamanda morfin bağımlısı hanımıyla ilgili konulara girmek; "Rıza Nur'un M. Kemal'i eleştirdiği noktalara dair bir cevabımız yok" demekten başka birşey ifade etmez. Demem o ki, sadede gelin sadede... 90 yıldır milleti kandırıyorsunuz, artık bitmiştir. Bu rejim yok olmaya mahkumdur ve bunu asla aklınızdan çıkarmayın.

***

Neron'un cımbızlaması:

"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir (s.37. Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s.1305)".

Cevabımız:

Bu mevzuda Rıza Nur'a vatan haini denmek istenir. M. Kemal Atatürk Nutku'nda Rıza Nur'u kötülemek için Arnavutları ayaklandırdığına değinir. Halbuki sadece Ittihadcılara karşı ayaklandırmıştır. Hem bu zaten bilinen birşeydi. Madem vatan hainiydi, o halde neden Vekillik ve Bakanlık verdi? Bunları da geçtik... Bir vatan haini, vatanın menfaatleri riske atılarak Moskova ve Lozan antlaşmalarına gönderilir mi? Bu durumda gönderenin vatan haini olması gerekmez mi? Demek ki amaç farklı. Kurtuluş Savaşı'nda payı olanları gözden düşürmek... Başka açıklaması yok. Ancak biz Rıza Nur'un bu konuda yazdıklarına da yer verelim:

"Devletin mühim işlerinde bulundum, devletin muahedeler (anlaşmalar) gibi en mühim işleri bana havale edildi. Niye edildi? Buna bir de Sıhhiye Vekaletini (Sağlık Bakanlığını) kabul etmeyince, M. Kemal'in bana Sinop'a çektiği telgrafa bakan şaşar kalır. Ben Türk aleyhinde hareket edeyim?!.. Bu mümkün mü? Bunu yanındaki bir Arnavut bile sarahaten söyleyemiyor da, Selanik'li biri, Arnavudun sözünden bir 'Türk aleyhine' sözü ilave ederek söylüyor. Felek ne tersine dönmüş!.. Ben ki, ikiyüz yıldır Sinop'lu, ailesi malum, ne anadan, ne babadan kanına hiç bir damla başka unsur kanı karışmamış bir Türk'üm... M. Kemal'in babası malum değil... Hem Arnavutluk isyanının Rumeli'nin elimizden gitmesiyle hiç bir alakası yok. bu ne muğalata?!.

Işte bu adam her şeyde böyledir. Esasen Rumelini elimizden gideren Balkan Harbidir. Balkan Harbi Arnavutluk isyanının bitip, her şeyin hal-i tabiisine avdetinden nice zaman sonra olmuştur. Bu isyan Ittihadcı Hükümetin yolsuzluğuna karşı olmuş, asla Türklüğe karşı yapılmamıştır. Nitekim Meşruiyetten beri Arnavutlar Ittihadcılara birçok isyanlar yaptılar. Ittihadcıların Dahiliye Nazırı Hacı Adil'in yaptığı teskin seyahatinde az kaldı öldürülüyorlardı. Arnavut'ların isyanı bu Hükümete karşı, bir değil, bir çok ve çok zamandan beri geliyordu. O vakit ve sonra kimse de bunları Türklük aleyhine dememişti. Şimdi bunu M. Kemal uyduruyor. Dahası var, ben bu isyanı körükledim, Istanbul'da da halaskarları yaptık. Selanik'te de Galip Paşa ile M. Kemal Halaskarlara dahil oldular. Umumi ve aleni ve askeri bir içtima yaptılar. Hükümet aleyhinde, asiler lehinde bulundular. Demek M. Kemal de Arnavutlarla teşriki mesai etti.

Neticeten o da benim gibi Türklük aleyhine hareket etmiştir ve Rumelinin elimizden gitmesine sebep olmuştur. Bu içtimada M. Kemal bizzat ispatı vücut etmişti. Zaten her böyle vak'ada o, külah kapmak için, Enver Paşa'nın dediği gibi hazırdır. Sonra yine Enver'in Moskova'da bana dediği ve benim de Ankara'ya avdetimde aynen M. Kemal'e tebliğ ettigim ve alemin de bildiği gibi M. Kemal daima orduyu siyasete sokmağa, isyan ettirmeğe çalışmıştır. Hem bunu o vakit yaptığı gibi, daha vahim Harb-i Umumi gibi bir tehlike zamanında da yapmıştır. Asıl hiyanet budur. Hem de sonunda komployu arkadaşlarını yakmak için Enver'e haber vermiştir. Adi casusluk etmiştir.

Ben birçok mücadelata iştirak etmiştim. Buna rağmen bana milli hizmet verilmiş... Demek ki, itiraf ediyorsun ki, mazimde leke ve hizmete mani' bir şey yoktur... Bu halde bunları nasıl söylüyorsun?!. Belki de bu sözleri ile siyasi mazimi, hayatımı lekeli göstermek istiyor... Öyle ise, hizmet vermek haltını nasıl yaptın, hem ben Arnavutları, Rumeli'ni düşmanlar alsın diye isyan ettirmedim ki. Zalim bir hükümeti devirmek için yaptım ve muvaffak oldum. Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. Demek Türk Milleti için çalışmışım... Hem de canımı dişime alarak. Harb-i Umumi akıbeti Ittihadcıları izale için benim gayretlerimin ne kadar yolunda olduğunu ve benim ne kadar Türkçü ve vatanperver bulunduğumu göstermiştir. Keşki o vakit ki gibi, genç olsaydım da, şimdi de eskilerden daha kanlı zalim ve pek namussuz olan M. Kemal aleyhine milleti isyan ettirseydim, muvaffak olup onu devirseydim. Milleti kurtarsaydım. (...) o vakit Arnavut'lar ecnebi (yabancı) değildi ki, bu devletin teb'ası idi. Alem bilir ki, Arnavut'lar Türk aleyhine kıyam etmediler, istiklal istemediler. "Zalim hükümet istemeyiz. Ittihadcılar çekilsin" dediler. Ve Ittihadcılar devrilince dağılıp evlerine gittiler. (...)

Teşekkür ederim ki, bana müfrit milliyetperver diyor. Iftihar ederim. Kendisi Türk aleyhindedir. Milli Hareket zamanında benim Türkçülük icraatımdan pek sıkılıyordu. Bir şey de demiyordu. Bugün kendisi Türk'ün dinini, dilini, yazısını, adetini, milli müesseselerini, an'anesini her şeyini yıkmakla meşguldür. Bunlar harstır, bir milletin hayatıdır. Bu mu onun milliyetperverliği?!. Hani Türk'ün dinine, edebiyatına, folkloruna, mimari abideleri olan camilerinin ihya ve muhafazasına dair henüz ne yaptı? Soruyorum. Sade hüneri, gayreti, milleti baştan aşağı, fahişe, meful, sarhoş ve mürtekip soyguncu yapmak...

Bu satıırları (M. Kemal'in Nutuk'ta yazdıklarını) okuduğum vakit önce kızdım, sonra güldüm. Birgün Paris'te (dönemin Paris Büyükelçisi) Fethi (Okyar) ile konuşuyorduk. Bundan bahsettim. Dedi ki: "Sevinsene... Demek aleyhine ithamlar yapmak istemiş, aramış, taramış, bunu bulabilmiş... Bu nedir ki..." Düşündüm, doğrudur." (cild 4, sayfa 1303-1306.)

***
Eğer bir hain aranıyorsa, M. Kemal Atatürk'ün komünist Ruslara yazdığı şu mektuba bakmamız yeterli olacaktır:

"Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan'ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve **Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik (Komünist) devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler (garanti eder).**"[12]

Sadece Azeri kardeşlerimize mi ihanet edildi?

Batı Trakya'da ezici çoğunluğun Türk olmasına rağmen,

"Bana göre Batı Trakya'nın bize geçmesi zaaftır. Orasını elde tutmak için sarf olunacak kuvvet oradan elde edilecek istifadeye tekabül etmez. Anavatanın selameti için Batı Trakya'dan vazgeçmemiz gerekir. Sorunun gerçek hal çaresi, burasını Yunanistan'a bırakmaktır"[13]

diyerek müslüman kardeşlerimizi Yunanlıların kucağına atan adama bakmamız, kimin hain olup olmadığı konusunda bizi aydınlatacaktır.

Umarız bu kadar cevap yeterlidir.


**********

KAYNAKLAR:

[1] Örneğin; Zariyat Suresi 51/52, Saffat Suresi 37/36.

[2] Zekeriya Sertel Hatırladıklarım, 3. Baskı, İst. 1977, sayfa 191-192.

[3] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 68.

[4] TBMM ZC, C:3, D:4, 25 Temmuz 1931 (Meclis Tutanakları).

[5] Çetin Özek, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İ.Ü. Yayınları: 1795, Hukuk Fakültesi yayınları: 397, Istanbul 1972, sayfa 128-131.

[6] Remzi Balkanlı, Matbuat Hürriyeti, Yeni Mat. Ankara 1951, sayfa 57-62.

[7] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 134.

[8] Bekir Topaloğlu, İslâm da Kadın, sayfa 241.

[9] Mehmet Dikmen, İslâmda Kadın Hakları, sayfa 204.

[10] Tirmizî, Kader 7, (2141).

[11] Müslim, İman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).

[12] Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi: 132/19543, sayfa 13.

Ayrıca bakınız; Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, sayfa 318.

[13] M. Kemal, Eskişehir-Izmit konuşmaları (1923), Kaynak yayınları, 1993, sayfa 90.


**********


Son olarak Dr. Rıza Nur'un eserleri

Basılmış olan eserleri:

Fenn-i Hıtan
Serbin Verem Kâzib-î Iltihabisi
Cerhı Unük
Hıtan ve Emrazı Zühreviye
Yeni Usul Hıtan ve Yeni Kıskaç
Hıtanın Hiss-i Tenasüli üzerine te'siri
Sünnetçiler ve Doktorlar
Hıtanda Ibtal-i His
Hıtanda Kan Gelmesi
Fenn-i Cerrahi-i Ortopedi
Sıhhî, Tıbbî makaleler
Belsoğukluğu ve Firengiye Yakalanmamak Caresi Ikinci tabı
Sun'î Nebat ve Hayatın Hıkemî Esasları
Serveti Şahane ve Hakk-ı Millet
Meclisi Mebusanda Fıkralar
Tıbbiyeli Hafiye
Gurbet Dağarcığı
Hürriyet ve Itilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü? Içyüzü
Samson ile Dalile
Janet'in Düğünü
Türkiye'nin Sıhhî Içtimaî Coğrafyası
Sıhhiye ve Muaveneli Içtimaiye Vekâletine Rapor
Türk Tarihi (14 cild)
Şecere-i Türk
Arap Şiirbiliği (El arûz)
Zone Turque etc
Oughouz-Nâmé. (Oğuznâme)
Réponse à M. Pelliyot
Revue De Turcologie
Historie Du Croissant
Şehnâme ve Firdevsi (Şehnâmenin Hulâsası)
Ali Şir Nevâl
Insan, Tesrih, Fizyoloji, Hıfzıssıhha Ikinci tabi, Orta mektepler için

***

Henüz basılmamış olan eserleri (O dönem itibariyle)

Ermeni Tarihi
Türk Şiirinin Evolüsyonu Tarihi ve Analitik Tedkiki
Türk Şiir Biliği Tretesi
Fransız Şiir Biliği
Faust
Minyon
Lâkme
Karmen
Özdemirle Dolun
Hekim Mall Efendi yahu Alafranga mı, Alaturka mı?
El-eczaciyü-n-Nasıh (Usta Eczacı
Leblebici Horhor
El-eczaciyü-n-Nasih Üzerine Izahat
Janet'in Düğünü Partisiyonu
Sinop'da Rıza Nur Kütüphanesi
Paçi Ili Ançi
Ebrece (muhtasar) Türk Tarihi
Ebrece (muhtasar) Türk Şiir Biliği
Namık Kemal Divanı ve Diger Şiirleri
Ikibuçuk Asır Evvelki Türküler ve Notları
Şuküfe-i Muhabbet
Apoşka Na'tı
1919 da Meclisi Mebusan Intihabı, Sinop'da Intihap Dolaşması
Viyana Mektupları
Ikinci Murad Divanı
Şiirlerim (Rıza Nur Divanı)
Gazetelerde Nesredilmiş Makalelerimden Birkaçı
Oğuz Kağan Destanı
Şiir ve Nesir Bütün Eserlerim Hakkında Malumat
Hayat ve Hatıratım
Türkiye'nin Ihyası
Cehennemde Celse
Rıza Nur Zafernâmesi
Rıza Nur Tercii Bendi
Topal Osman

__________________
Çevirimiçi durumu   

Yazar Mesaj   #25985  28-07-2013 02:17 GMT+2 saat  

alparslan


Huzuristan Üyesi


Tecrübe Puanı.: 0.2%
Ruh Hali: Belirtilmedi.
Mesaj 1
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
rıza nura deli homoseksüeldi diyenlere sorum şu olacak zsa zsa gabor isimli dünyaca ünlü aktrisdemi deli bu kadın dönemin diplomatı burhan belgenin karısıdır ve burhan belge karısını kamalla paylaştığını söylüyor dahası bu kadın kendi bir kitap yazıp bunları anlatmıştır peki buda mı yalan bkz: https://www.facebook.com/notes/m-kemal.....72964949502816

kamalın uşağı cemaleddin granda nın hatıratındada onun havuz başlarında çıplak kadınları yürüttüğü ve bu kadınları çok dikkatlice incelediğini yazıyor bunlar hemen her gece yapılıyordu diye anlatıyor bu adam kamalın yanında ölünceye dek hizmet vermiş bir insan budamı deli yoksa kamalın etrafındaki herkes delide bir tek o mu akıllı ? bkz: http://www.mediafire.com/download/suv.....li+Defteri.pdf


bkz: http://belgelerlegercektarih.wordpres.....-ithaf-olunur/


fahrettin altayda mı deli?? ayrıca latife hanımın hatıratı mühürlenip saklanmıştır acaba neden??







bu arada attığın iftiralara cevap:




Tarih boyunca insanlar, kendi putlarını red edenleri, eleştirenleri çeşitli iftiralarla sindirmeye çalışmışlar...
Onlara "deli, mecnun" gibi ithamlarda bulunmuşlardır. Aslında bu, gerçek ve doğruların ortaya çıkmasını
kabullenememekten kaynaklanan aciz bir yöntemdir. Maalesef Peygamberler de (selam olsun onlara) bu tür
suçlamalara maruz kalmışlardır.[1]
Son dönemde bu suçlamalardan ve iftiralardan, Moskova ve Lozan antlaşmalarına delege olarak katılan, 14
ciltlik Türk Tarihi'ni yazan, ilk Milli Eğitim Bakanı ve aynı zamanda Sağlık Bakanlığı yapmış olan Dr. Rıza
Nur'da nasibini almıştır... Kendisi M. Kemal Atatürk'ün yaptıklarını, icraatlarını, karakterini eleştirmiş ve bazı
gizli kalmış gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Elbette bu, M. Kemal Atatürk'ü ilah mertebesine çıkaran ve
doğrulara cevap veremeyenleri rahatsız etmiştir... Dolayısıyla karalama kampanyası başlatılmış ve çarşaf
çarşaf iftiranameler basında yayınlanmıştır.
Bu çalışmamızda, Dr. Rıza Nur'un yazdıklarına cevap vermek yerine, ona "deli, mecnun" diyerek ve
hatıratından bazı cümleleri cımbızlayarak manayı tahrif edenlere cevap verilecektir.
Aynı zamanda bu çalışmamızda, kemalistlerce ülkemizde 90 yılı aşkın bir süredir, yapılagelen suçlamaların,
iftiraların, karalamaların, saptırmaların, sindirmelerin, belge tahrifinin, çamur atmaların, aşağılamaların hangi
boyutlara vardığının adeta bir özetini bulacaksınız.
Bu iftiranameyi kaleme alan şahsın ismini bilmiyoruz, ancak kendisine Dr. Rıza Nur'un M. Kemal Atatürk'e
taktığı "NERON" ismini takıyoruz.
NERON sözlerine şöyle başlıyor:
"Hayatım ve Hatıralarım" adlı 2005 sayfalık baştan sona iftira ve uydurma ile dolu kitabında..."
Kitabın baştan sona "iftira ve uydurma" olduğunu söyleyen Neron, her nedense bu iftiralara cevap ver(e)mez.
Neron, "Saldırganların pek çok kaynak dediği de bu kitaptır" diyerek M. Kemal Atatürk'e yönelik eleştirileri
münferit bir vak'a gibi göstermeye gayret eder ve okuyucuya M. Kemal'in başka muhalifinin olmadığını telkin
etmeye çalışır. Öyle anlaşılıyor ki, Rauf Orbay, Refet Bele, Kazım Karabekir, Cafer Tayyar, Mustafa Sabri vs.
gibi muhalifleri okuyucudan gizlemek istemektedir.
Neyse...
Neron, Dr. Rıza Nur'un "Türk Tarihi" adlı kitabında "M. Kemal'in hakkını teslim ettiğini" söyler, ancak Rıza
Nur'un hatıratında bunun gerekçesini açıkladığından hiç bahsetmez. Rıza Nur, "Türk Tarihi" isimli eserin
basımının M. Kemal'i övmekten geçtiğinin altını çizer ve buna rağmen aynı eserde üstü kapalı olarak M.
Kemal'i eleştirdiğine vurgu yapar.
Neron, Dr. Rıza Nur'un Paris'e yerleşmesini hastalığına bağlar, oysa hatıratında defaatle, M. Kemal'in diğer
muhalifler gibi kendisini de yok edeceğinden endişelendiği için Paris'e yerleştigini beyan eder. Ayrıca M.
Kemal ve avenesinin gerçek yüzünü yazmanın ancak yurtdışında mümkün olduğuna değinir.
Rıza Nur'un hatıralarını çeşitli müzelere 1960 yılına kadar okuyuculara sunulmamak koşuluyla emanet
etmesini; "olay tanıklarının ölmesini beklemek" şeklinde yorumlar... Halbuki herkesce malumdur ki, M.
Kemal'in idaresi diktatörlüktür ve muhaliflerini en şiddetli biçimde susturmuştur.
Buna dair birkaç misal vermekte fayda mülahaza etmekteyiz...
Zekeriya Sertel 5 yıl süren Takrir-i Sükun Kanunu dönemini şöyle anlatır;
"Basın sıkı bir baskı altında yaşıyordu. Telefonla gazete başyazarlarına verilen emirlerin dışına çıkılamazdı.
En ufak bir hata yüzünden, gazete haftalarca kapatılır, sorumlular mahkemeye verilirdi. Yani tek kelimeyle
halk nefes alamıyordu. Havasızlıktan ve hürriyetsizlikten boğuluyordu."[2]
14 Ocak 1923 günü M. Kemal, Karabekir ve Fevzi Paşa ile trenle İzmir'e gider. M. Kemal o gün çok öfkelidir.
Öfkesinin nedeni de Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey'in çıkaracağı gazete için Ankara'ya matbaa makinası
getirmesidir.
Karabekir o gezide yaşadıklarını şu sözlerle anlatır:
"Gazi M. Kemal pek asabi idi. Muhaliflerden Ali Şükrü Bey, (Ankara'ya matbaa makinası getirmiş.. Tan adında
bir gazete çıkaracakmış, siz hâlâ uyuyorsunuz) diye yaveri Cevat Abbas Bey'e verdi; veriştirdi. Ve **(yakın,
yıkın)** diye çıkıştı. Yalnız kalınca kendilerini teskin ettim. Bu tarzdaki beyanatının dışarıya aks edebileceğini
ve pek de doğru olmadığını anlattım."[3]
1931 Matbuat Kanunu'nun ilginç ve hukuka aykırı maddesi:
"Her gazete ya da derginin yayınından doğan sorumluluk genel yayını fiilen yöneten kişi ile bu gazete ya da
dergi sahibine aittir." (madde 27) [4]
Yani bir yazarın yazdığı yazıdan üç kişinin, yazı işleri müdürü, genel yayın yönetmeni ve gazete sahibinin de
sorumlu tutulması, özellikle yalan haber yazan bir muhabirin cezasına diğer üç kişinin de ortak olması hem
basın özgürlüğüne hem de hukuka aykırıdır.
8 Ağustos 1931'de yürürlüğe giren 25 Temmuz 1931 tarih ve 1881 sayılı bu yasanın 27. maddesinin basın
özgürlüğü ve temel haklar açısından en çok eleştirilen madde olduğunu Çetin Özek [5] ve Remzi Balkanlı [6]
kitaplarında yazmışlardır.
Son olarak Kazım Karabekir'in daha basılamadan toplatılıp yakılan[7] "İstiklal Harbimiz" adlı eseri, o dönemin
diktatörlük olduğunun en bariz delilidir. Bu durumda Dr. Rıza Nur'un isabetli bir karar verdiğini söyleyebiliriz.
Yazımızın başında, gerçekleri ortaya çıkaran insanların "deli, mecnun" diye yaftalandığına dikkat çekmiştik.
Işte Neron'ların, Dr. Rıza Nur'un hatıratından yola çıkarak, koyduğu teşhisler:
- İzolasyon
- depresyon
- homoseksüel eğilimli
- Obsesif- kompülsiv sendrom
- depersonelizasyon (aşağılık duygusu)
- agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın)
- psikopat
- mitomani (yalan söyleme)
- fabulasyon
- fanteziler
- megalomani
- narsisizm
- paranoid reaksiyon
- egosantirizm
***
Dr. Rıza Nur'a cevap vermek yerine, ona bütün bu teşhisleri koymak, bir nevi; "biz bu adama cevap
veremiyoruz, en iyisi mi siz bu adamın dediklerini dinlemeyin, inanmayın çünkü bu adam delidir" demekten
farksızdır. Akıl ve vicdan sahibi bir insan, buradaki kastı kolayca anlayabilir.
Islam tarihini okuyanlar, bunun Mekkeli müşriklerin metodu olduğunu teyit edeceklerdir.
Diğer taraftan Neron, şöyle der: "işte yeni Rıza Nurların peşinden gittiği, hep kaynak gösterdikleri kişi bu."
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, okuyucular, M. Kemal Atatürk'ü bu hasta ruhlu (!) adamdan başka kimsenin
eleştirmediğine ve bunun münferit bir vak'a olduğuna inandırılmak istenir, ancak nafile.
Telkinat devam ediyor. Rıza Nur'a bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık teşhisi koyan Neron, hıncını
alamaz ve ilmen cevap veremeyenlerin belirgin özelliği olan "belden aşağı vurma" yöntemine başvurur...
Rıza Nur'un cinsel yönden sağlıklı olmadğını, tecavüze uğradıgını vs. yazar. Ancak biz bu iddianın temelsiz
olduğunu kanıtlayacağız.
Şimdi Rıza Nur'un hatıratından cımbızlamak suretiyle kasten manası tahrif edilmek istenen cümlelere
gelelim:
Neron'un cımbızlaması:
"Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım."
Cevabımız:
Burada okuyucuları aldatma amacı güdülmüştür. Okuyucusuna saygısı olmayan, onu kandırmaya
çalışmaktan utanmayan birisine cevap verdiğim için kendimden utanıyorum desem yalan olmaz. Lakin
herşeyi bir yana bırakıp cevabımızı vereceğiz.
Rıza Nur bu vak'ayı hatıratında şöyle anlatır:
"Son sınıfa geldik. Sınıfta Anadolulu bir çocuk vardı; fakirdi. Babası pansiyona koymuş, gitmiş. Buna acıdım.
Çok iyi ahbap olmuştuk. Harçlığımdan buna da verirdim. Bir aralık çamaşırı da kalmamıştı. Çamaşırlarımdan
da bir kısmını getirip verdim. Bu çocuğu hakiki ve saf bir sevgi ile severdim. Benden bir-iki yaş büyüktü. Bir
gün beni evine çağırdı. Gece kalmağa da zorladı. Halamdan korktuğum halde nasılda uydum, kaldım. 'Rakı
içelim' dedi, içtim. Bana bir yatak yaptılar, yattım. Uyumuşum. Bir aralık birden uyandım. Anladım ki;
karanlıkta biri yatağımdan donumu çekiyor ve kesiyor. Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki;
donum kesilmiş. Artık uyuyamadım. Giyindim. Bu işi yapan o çocuktu. Bereket versin ki, uyandım. Bu
hakarete uğrayışım aklımı başımdan aldı. Şunu bulayım, boğayım dedim. Evindeyim, korktum. Pencereyi de
açtım. Bir şey olsa bağıracağım. Hem de düşündüm, aklım başıma geldi: 'Bu adi çocuk bana istediğini
yapamamıştır. Bunu dallandırmaktansa kapatmak evladır' dedim." (cild 1, sayfa 78, 79.)
Başka söze ne hacet?
***
Neron'un cımbızlaması:
"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir. (s.1531)".
Cevabımız:
Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar iğrendiğim şeylerdir... Derken ne anlamda söylediği
önemlidir. O dönemde M. Kemal Atatürk ve Ismet Inönü gibi yalancıların-dolancıların çevresinde olmasından
dolayı, o tip insanları sevmiyorum şeklinde anlamak lazım. Zira bu sözlerin ardından; "manevi bir insaniyete
meftunum (gönül vermişim)" der.
Öte yandan; "zalime, müstebide, haksıza, namussuza karşı sertimdir. Fakat mazlumlara karşı gönlüm pek
yufkadır. Ağlarım. Hele üç şey bana pek dokunur, mutlaka gözlerimden yaş getirir: Perişan dilenci, bir
ağızdan şarkı söyleyen mektep çocukları, talimle yürüyen asker alayı"
şeklindeki açıklaması, anlamak isteyenlere çok şey anlatır.
Kaldı ki, kendisine hediye edilen bir attan bahsederken atı sevdiğini, mahallenin köpekleriyle oynadıklarını ve
köpeklere sevgi beslediğini, kuşlar ile meşgul olduğunu, kafes yaptığını ve onları çok sevdiğini ifade eder.
Binaenaleyh, zararlı hayvan ve insanları kastettiği ortadadır. (cild 4, sayfa 1532.)
***
Neron'un cımbızlaması:
"Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur. (s.1530)"
Cevabımız:
Rıza Nur bu konuda "aşağı" gibi bir kelime kullanmaz. Altta da görüleceği üzere "zayıf" kelimesini kullanır.
Söz konusu bölümü aynen alıntılıyoruz:
"Şimdi kadınların mebus, vekil gibi yüksek mevkilere çıkması moda. Akıllarına şaşarım, sökmez bir iştir. Yine
eski hale geleceksin. Eğer onlar bu kabiliyette olsalardı, asırlardan beri sosyetede erkeklerle beraber
yürürlerdi. Vakıa erkekler kanunları kendi lehlerine yapmışlardır. Fakat bu onların kusuru değil, kadınların
aczidir. Mani olamamışlar, kadın zayıf bir mahluktur. Tabiat böyle yapmış. Sinirleri zayıf, aybaşları gelir,
hastadırlar. Gebe kalırlar, bir yıl karınlarında yük taşır, kımıldayamazlar." (cild 4, sayfa 1530.)
Bu sözlerde ne gibi bir yanlışlık var? Bu görüşün birçok delili mevcut. Özellikle kadınlara Peygamberlik
vazifesi verilmemiş olması; insanları sevk ve idarede kadınların yeterli olmadığının delili değil midir? Aynı
zamanda dindar olmadığını hatıratında söyleyen Dr. Rıza Nur'un yapmış olduğu tespitlerin Adetullah'a uygun
düşmesi, "aklın yolu birdir" atasözünü hatırlatmaktadır. Kaldı ki, Türkiye'de ilk modern ruh sağlığı hastanesini
kuran ruh ve sinir hastalıkları uzmanı Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman'da farklı şeyler söylemez:
"Kadınla erkeğin tabiat farklılığı daha küçük yaşta başlar ve gittikçe artar. Evvelâ, kadının esas mizacı
heyecanlılık (emotivite)dir. Bütün kadın psikozlarında bunun izlerine tesadüf olunur. Heyecanın hakim olduğu
psikozlar, meselâ, cinnet-i mania-i inhitabiye kadınlarda daha çoktur. Vahşi kavimlerden en yüksek medeni
milletlerin kadınlarına, pek asrî terbiye görmüş bir mini mini hanımla, köyde doğup büyümüş bir köy kızına
varıncaya kadar kadınların müşterek hisleri, birbirinden farklı olmayan jestleri vardır. Her kadın, ayının
yarısını hazırlanma, âdet, âdetten sonra gayri tabilikle, adeta hasta olarak geçirir. Tenasülde erkeğin rolü beş
dakikalık bir birleşmeden ibaret ve ondan sonra aşka kayıtsız ve hatta müteneffirken, kadın, aşkın
mahsulünü dokuz ay karnında, iki sene göğsünde taşır; hamilelik, doğum ve nifas hallerine ait bir çok ruhi
değişiklikler, tabii ve mutad sayılan asabiyetler gösterir. Erkekle kadın nasıl birbirine müsavi olur.? Ruh
tıbbında tetkikler ilerledikçe, ruhiyet ve zihniyetler arasındaki farkı daha açık göreceğiz. Kadın heyecanıyla
yaşar, erkek muhakeme ile temayüz eder."[8]
Bugün, kadının erkeğe nazaran, ruhen daha heyecanlı olduğu, hadiseler karşısında daha çok
heyecanlandığı psikolojik bir gerçektir. Gutteyman da bu konuda şöyle der:
"Kadında idrak, tahayyül, düşünce, isteyiş ve hareket gibi cihetlerin hep umumiyetle heyecanlılığa uygun
düşen ve sadece bu zaviyeden anlaşılması mümkün olabilen, karakteristik hususiyetler vardır. Nitekim bu
âmil gözetilmeden yapılacak etüdlerde, kadın ruhu, mühim bir kısmı itibarıyla muamma kalır."[9]
Neron'un bu mevzuyu kasten saptırması, "zayıf" kelimesi kullanıldığı halde "aşağılık" kelimesini yazması,
kadınların bu konudaki hassasiyetini istismar etmek istemesinden olsa gerek. Halbuki kadınlara değer
vermeyen birisi varsa, o da M. Kemal Atatürk'tür. Bunun en açık delili ise zevcesi Latife hanımla boşanma
şeklidir. M. Kemal Atatürk, "Biz Latife Hanım ile boşanmaya karar verdik." der, ancak yazının altında tek imza
var. Ifade çoğul; ama imza tek. M. Kemal Atatürk, zevcesi adına kararı daha doğrusu kendi kararını deklare
eder. Oysa boşanmak, iki tarafın rızasıyla, veya onun mucip sebebi mahkeme hükmü ile olmalıydı.
***
Neron'un cımbızlaması:
"Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp
kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu (s.84)."
Cevabımız:
Bu iddianın da aslı yoktur, yani kurgulamaya çalıştığı gibi değildir. Neron, hatıratta yer alan cümleleri işine
geldiği gibi kesip-biçmekte ve bu suretle sanki Rıza Nur'a tecavüz edildiği intibaını uyandırmak istemektedir.
Lakin olayın aslı şöyle... Rıza Nur avcılığa merak sarar ve bazı kimselerle ava gider. Gerisini kendisinden
dinleyelim:
"Varınca yanlarına oturduk. Tüfenk'i yanıma koydum. Çırak tüfenki birden kaptı. Hepsi birden üşüşüp
kamalarımı aldılar. Ben böyle şeylerden korkar, ihtiyat olmak üzere belimde büyük bir kama ile kaputumun
sol kolunun yeninin içinde küçük bir kama taşırdım. Bunu komşumuz olan çocuk bilirdi. Bunları aldılar.
Demek bu iş tertipti ve o çocuk benim nerelerimde kama saklı olduğunu da onlara söylemişti. Sonra yaşlı
adam tabancasını çekti ve bana: 'Çöz! yoksa öldürürüm!' dedi. Ve küçük çırakla hısmımız çekilip gittiler. Ben
derhal yerimden fırladım. Tabancaya bakmayıp herifin üstüne atıldım. Herif bana müthiş bir tokat attı.
Gözlerimden şimşek çaktı. hala aklımdan gitmez. Ben üstüne atıldım. Herif tabancası ile ateş edemedi.
Tokat, boğuşma başladı. Yaşlı çırak da onlarla beraber. Bu iki kişi ile bilmem ne kadar uğraştım. Herhalde
uzun bir savaş oldu. Nihayet bayılıp yere yıkılmışım, ağzımdan köpükler fışkırmış, cansız kalmışım. Öldü
zannedip bunlar da kaçmışlar. Gözümü actığım vakit yanımda kimse yoktu. Kendime baktım. Bende de hiç
bir şey, hiç bir fena alamet yoktu. Ne yara, ne bir şey. Kalktım. Etrafa baktım, kimse yok. Allah'a bin şükür
edip Sinop'a geldim." (cild 1, sayfa 83, 84.)
Rıza Nur'un bunları anlatması, onun kompleksiz, samimi ve dürüst bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir.
***
Neron'un cımbızlaması:
"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur
oldum. Yalanda söyledim (s.105)."
Cevabımız:
Bu nokta tamamen saptırılmıştır. Aslında tam tersi anlatılmak istenir. Neron, Rıza Nur'un yalancı olduğunu,
dolayısıyla M. Kemal Atatürk hakkında söylediklerinin "uydurma olduğu" tezini temellendirme maksadıyla
açıkça tahrifat yapmaktadır. Hatırattan ilgili bölümü "aynen" iktibas etmeyi ödev biliyorum:
"Mektep hayatı insanın en saf ve pak zamanıdır. Hak için kükredim, haksızlıklara hücum ederdim. Biri
haksızlık ettimi ona diri ve ağır sözler söylerdim. Bunu mukaddes bir vazife bilirdim. Ve: 'Hak mevzuubahis
olunca akan sular durur ve de durmalı zannederdim'. Fakat maatteessüf iş hiç te öyle değilmiş... Mektepten
çıkınca, hayata girince sosyal ve pratik hayatın ne çirkinlikler ile meşbu olduğunu gördüm. Bu nice emekle
hasıl ettiğim ahlak ve pürüzsüz temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek
ben terk etmeğe mecbur oldum"
der ve gerekçesini de şöyle ifade eder:
"Mesela ilk doktorluğum zamanımda kimseye 'bendeniz' ve 'zatıaliniz' demiyordum. Karşımdakiler irkilir gibi
oluyor, suratını değiştiriyordu. Anlıyordum ki; beni terbiyesiz buluyorlardı. Nihayet onlar gibi demeye mecbur
ve terbiyeli oldum. Işte muhite (çevreye) uymak kanunu, zaruri ve kat'idir." (cild 1, sayfa 105.)
Şimdi anlaşılmıştır umarım. Yani karşısındakilerin yanlış anlamasını ve incinmesini önlemek gayesiyle,
içinden gelmeyerek de olsa, mübalağalı saygı ifadeleriyle hitap ettiğini yazar. Yani bir nevi diplomatik dil
kullanmış diyebilirz buna. Yoksa milleti kendi menfaati doğrultusunda kandırmak, dolandırmak veya çıkar
sağlamak kastedilmiş değildir.
***
Neron'un cımbızlaması:
"Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem
yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın
sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir. (s.22)"
Cevabımız:
Rıza Nur bu konuda, "Ben sonra anladım ki, bu çocuğa aşık olmuştum; fakat bir gün dahi bir kötü şey
hatırıma gelmemiş, ona bir kötü söz söylememişimdir. Bu, tabii, saf ve pak bir sevgi idi. Ancak bu bir kız
değildi. Kız olsaydı kim bilir nasıl severdim veya yine bu kadar severdim" (cild 1, sayfa 93.)
der ve bunun "anormal" bir durum olduğunu şöyle dile getirir:
"Işte bu 'gayri tabii' hal Türk sosyetesinin bir yarasıdır. Böyle bir aşkın sonu livata demektir. Bu sebeple elbet
mezmumdur (ayıplanmıştır)."
Neron, cımbızladığı bu bölüm ile Rıza Nur'u eşcinsel imiş gibi sunma gayreti içerisindedir. Ancak Rıza Nur'un
bu durumu "gayri tabii" yani "anormal" olarak tanımlaması ve ilaveten ayıplaması, kendisinin eşcinsel
olmadığının göstergesidir.
Anladığımız kadarıyla kalbine vesvese gelmiş ve bunun "yanlış" birşey olduğunu anlamıştır. Insan, kuvveden
fiile çıkarmadıkça kalbine gelenden mesul tutulmaz. Insanın kalbine derece bakımından bundan daha
kötüsü, yani (haşa) "Allah yok" şeklinde vesvese de gelir... Ancak bu insanı kafir etmez. Kalpler, Rahmân'ın
iki (kudret) parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir."[10] Önemli olan yanlış olduğunu bilmektir.
Nitekim Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) şöyle demiş: Resulüllâh (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından
bazı kimseler gelerek ona şunu sordular:
"Gönüllerimizden öyle şeyler geçiyor ki, her hangi birimiz onları söylemeyi bile büyük (bir suç) sayıyor." Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler
Evet! deyince: "İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi.[11]
Eğer Rıza Nur buna "meşru" deseydi, işte o zaman kınanabilirdi. Ayrıca bunu hatıratında anlatması, iddia
edilenin aksine aşağılık duygusuna sahip olmadığı, bilakis gayet cesur olduğu açıkça görülür. Hakikaten
şöyle baktığımızda, kendine son derece güven duyan biri var karşımızda. Bununla birlikte, aklı başında
olanlar takdir eder ki, bir insanın eşcinsel olması, onun yalancı olduğu anlamına gelmez. Aksini iddia
edenlerin sağlıklı bir düşünce yapısına sahip olmadıklarını düşünüyorum.
***
Neron'un cımbızlaması:
"Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak
üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı (s.1785). Galiba bu işte (M.
Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var (s.1786)."
"(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor (s.1346)"
"Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış (s.1410)."
Cevabımız:
Bu sözler Rıza Nur'un ne gibi bir yanlış yaptığını gösterir? Morfin bağımlısı zevcesinin yaptıkları, Rıza Nur'u
nasıl bağlar? Hatıratı okuyanlar, Rıza Nur'un zevcesini defalarca hastaneye yatırdığını ve tedavisi için
elinden gelen gayreti sarf ettiğini görürler. Hanımı ile ilgili meselelerin zikredilmesi, Rıza Nur'un yanlışlarının
bulunamadığının itirafıdır... Başka bir ifadeyle; "çaresizliğin dışa vurumudur."
Rıza Nur'un M. Kemal'i eleştirdiği noktalara itiraz var mı? Ondan bahsedin siz. Öyle ya, M. Kemal'i eleştiren
bir adamın eleştirilerine cevap verilmesi gerekirken; "deli, sapık" demek, aynı zamanda morfin bağımlısı
hanımıyla ilgili konulara girmek; "Rıza Nur'un M. Kemal'i eleştirdiği noktalara dair bir cevabımız yok"
demekten başka bir şey ifade etmez. Demem o ki, sadede gelin sadede... 90 yıldır milleti kandırıyorsunuz,
artık bitmiştir. Bu rejim yok olmaya mahkumdur ve bunu asla aklınızdan çıkarmayın.
***
Neron'un cımbızlaması:
"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir (s.37. Bugün
de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. (s.1305)".
Cevabımız:
Bu mevzuda Rıza Nur'a vatan haini denmek istenir. M. Kemal Atatürk Nutku'nda, Rıza Nur'un Arnavutları
ayaklandırdığına değinir ve böylece onu kötülemek ister. Halbuki sadece Ittihadcılara karşı ayaklandırmıştır.
Hem bu zaten bilinen bir şeydi. Madem vatan hainiydi, o halde neden Vekillik ve Bakanlık verdi? Bunları da
geçtik... Bir vatan haini, vatanın menfaatleri riske atılarak Moskova ve Lozan antlaşmalarına gönderilir mi?
Bu durumda gönderenin vatan haini olması gerekmez mi? Demek ki amaç farklı... Kurtuluş Savaşı'nda payı
olanları gözden düşürmek... Başka açıklaması yok. Ancak biz Rıza Nur'un bu konuda yazdıklarına da yer
verelim:
"Devletin mühim işlerinde bulundum, devletin muahedeler (anlaşmalar) gibi en mühim işleri bana havale
edildi. Niye edildi? Buna bir de Sıhhiye Vekaletini (Sağlık Bakanlığını) kabul etmeyince, M. Kemal'in bana
Sinop'a çektiği telgrafa bakan şaşar kalır. Ben Türk aleyhinde hareket edeyim?!.. Bu mümkün mü? Bunu
yanındaki bir Arnavut bile sarahaten söyleyemiyor da, Selanik'li biri, Arnavudun sözünden bir 'Türk aleyhine'
sözü ilave ederek söylüyor. Felek ne tersine dönmüş!.. Ben ki, ikiyüz yıldır Sinop'lu, ailesi malum, ne anadan,
ne babadan kanına hiç bir damla başka unsur kanı karışmamış bir Türk'üm... M. Kemal'in babası malum
değil... Hem Arnavutluk isyanının Rumeli'nin elimizden gitmesiyle hiç bir alakası yok. bu ne muğalata?!.
Işte bu adam her şeyde böyledir. Esasen Rumelini elimizden gideren Balkan Harbidir. Balkan Harbi
Arnavutluk isyanının bitip, her şeyin hal-i tabiisine avdetinden nice zaman sonra olmuştur. Bu isyan Ittihadcı
Hükümetin yolsuzluğuna karşı olmuş, asla Türklüğe karşı yapılmamıştır. Nitekim Meşruiyetten beri Arnavutlar
Ittihadcılara birçok isyanlar yaptılar. Ittihadcıların Dahiliye Nazırı Hacı Adil'in yaptığı teskin seyahatinde az
kaldı öldürülüyorlardı. Arnavut'ların isyanı bu Hükümete karşı, bir değil, bir çok ve çok zamandan beri
geliyordu. O vakit ve sonra kimse de bunları Türklük aleyhine dememişti. Şimdi bunu M. Kemal uyduruyor.
Dahası var, ben bu isyanı körükledim, Istanbul'da da halaskarları yaptık. Selanik'te de Galip Paşa ile M.
Kemal Halaskarlara dahil oldular. Umumi ve aleni ve askeri bir içtima yaptılar. Hükümet aleyhinde, asiler
lehinde bulundular. Demek M. Kemal de Arnavutlarla teşriki mesai etti.
Neticeten o da benim gibi Türklük aleyhine hareket etmiştir ve Rumelinin elimizden gitmesine sebep
olmuştur. Bu içtimada M. Kemal bizzat ispatı vücut etmişti. Zaten her böyle vak'ada o, külah kapmak için,
Enver Paşa'nın dediği gibi hazırdır. Sonra yine Enver'in Moskova'da bana dediği ve benim de Ankara'ya
avdetimde aynen M. Kemal'e tebliğ ettigim ve alemin de bildiği gibi M. Kemal daima orduyu siyasete
sokmağa, isyan ettirmeğe çalışmıştır. Hem bunu o vakit yaptığı gibi, daha vahim Harb-i Umumi gibi bir tehlike
zamanında da yapmıştır. Asıl hiyanet budur. Hem de sonunda komployu arkadaşlarını yakmak için Enver'e
haber vermiştir. Adi casusluk etmiştir.
Ben birçok mücadelata iştirak etmiştim. Buna rağmen bana milli hizmet verilmiş... Demek ki, itiraf ediyorsun
ki, mazimde leke ve hizmete mani' bir şey yoktur... Bu halde bunları nasıl söylüyorsun?!. Belki de bu sözleri
ile siyasi mazimi, hayatımı lekeli göstermek istiyor... Öyle ise, hizmet vermek haltını nasıl yaptın, hem ben
Arnavutları, Rumeli'ni düşmanlar alsın diye isyan ettirmedim ki. Zalim bir hükümeti devirmek için yaptım ve
muvaffak oldum. Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir. Demek Türk Milleti için çalışmışım...
Hem de canımı dişime alarak. Harb-i Umumi akıbeti Ittihadcıları izale için benim gayretlerimin ne kadar
yolunda olduğunu ve benim ne kadar Türkçü ve vatanperver bulunduğumu göstermiştir. Keşki o vakit ki gibi,
genç olsaydım da, şimdi de eskilerden daha kanlı zalim ve pek namussuz olan M. Kemal aleyhine milleti
isyan ettirseydim, muvaffak olup onu devirseydim. Milleti kurtarsaydım. (...) o vakit Arnavut'lar ecnebi
(yabancı) değildi ki, bu devletin teb'ası idi. Alem bilir ki, Arnavut'lar Türk aleyhine kıyam etmediler, istiklal
istemediler. "Zalim hükümet istemeyiz. Ittihadcılar çekilsin" dediler. Ve Ittihadcılar devrilince dağılıp evlerine
gittiler. (...)
Teşekkür ederim ki, bana müfrit milliyetperver diyor. Iftihar ederim. Kendisi Türk aleyhindedir. Milli Hareket
zamanında benim Türkçülük icraatımdan pek sıkılıyordu. Bir şey de demiyordu. Bugün kendisi Türk'ün dinini,
dilini, yazısını, adetini, milli müesseselerini, an'anesini her şeyini yıkmakla meşguldür. Bunlar harstır, bir
milletin hayatıdır. Bu mu onun milliyetperverliği?!. Hani Türk'ün dinine, edebiyatına, folkloruna, mimari
abideleri olan camilerinin ihya ve muhafazasına dair henüz ne yaptı? Soruyorum. Sade hüneri, gayreti, milleti
baştan aşağı, fahişe, meful, sarhoş ve mürtekip soyguncu yapmak...
Bu satırları (M. Kemal'in Nutuk'ta yazdıklarını) okuduğum vakit önce kızdım, sonra güldüm. Birgün Paris'te
(dönemin Paris Büyükelçisi) Fethi (Okyar) ile konuşuyorduk. Bundan bahsettim. Dedi ki: "Sevinsene...
Demek aleyhine ithamlar yapmak istemiş, aramış, taramış, bunu bulabilmiş... Bu nedir ki..." Düşündüm,
doğrudur." (cild 4, sayfa 1303-1306.)
***
Eğer bir hain aranıyorsa, M. Kemal Atatürk'ün komünist Ruslara yazdığı şu mektuba bakmamız yeterli
olacaktır:
"Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği
tesir ve nüfusla Gürcistan'ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki İngiliz kuvvetlerini çıkarmak
üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni
Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve **Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik (Komünist) devletler
zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler (garanti eder).**"[12]
Sadece Azeri kardeşlerimize mi ihanet edildi?
Batı Trakya'da ezici çoğunluğun Türk olmasına rağmen,
"Bana göre Batı Trakya'nın bize geçmesi zaaftır. Orasını elde tutmak için sarf olunacak kuvvet oradan elde
edilecek istifadeye tekabül etmez. Anavatanın selameti için Batı Trakya'dan vazgeçmemiz gerekir. Sorunun
gerçek hal çaresi, burasını Yunanistan'a bırakmaktır"[13]
diyen M. Kemal Atatürk'ün, vatan toprağını peşkeş çekmesi bir yana, müslüman kardeşlerimizi Yunanlıların
kucağına atması, kimin hain olup olmadığı hususunda bize bir fikir verecektir.
Umarız bu cevap size yeterlidir.
**********
KAYNAKLAR:
[1] Örneğin; Zariyat Suresi 51/52, Saffat Suresi 37/36.
[2] Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım, 3. Baskı, İst. 1977, sayfa 191-192.
[3] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 68.
[4] TBMM ZC, C:3, D:4, 25 Temmuz 1931 (Meclis Tutanakları).
[5] Çetin Özek, Basın Suçlarında Ceza Sorumluluğu, İ.Ü. Yayınları: 1795, Hukuk Fakültesi yayınları: 397,
Istanbul 1972, sayfa 128-131.
[6] Remzi Balkanlı, Matbuat Hürriyeti, Yeni Mat. Ankara 1951, sayfa 57-62.
[7] Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, sayfa 134.
[8] Bekir Topaloğlu, İslâm da Kadın, sayfa 241.
[9] Mehmet Dikmen, İslâmda Kadın Hakları, sayfa 204.
[10] Tirmizî, Kader 7, (2141).
[11] Müslim, İman 209 (132); Ebu Dâvud, Edeb 118 (5110).
[12] Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi: 132/19543, sayfa 13.
Ayrıca bakınız; Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı, Atatürk'ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Türk
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1991, sayfa 318.
[13] M. Kemal, Eskişehir-Izmit konuşmaları (1923), Kaynak yayınları, 1993, sayfa 90.






ANLAYANA SİVRİ SİNEK SAZ....

Bu mesaj alparslan tarafından düzenlendi (28-07-2013 02:27 GMT+2 saat, ago)
__________________
Çevirimiçi durumu