[Kayıt ol]   [Şifremi unuttum!
Kullanıcı adım:   Parolam:  
 
Yazar Mesaj   #12306  28-02-2009 11:07 GMT+2 saat  

messi


Aktif Üye


Tecrübe Puanı.: 52.7%
Ruh Hali: Heyecenlý
Mesaj 494
Şehir:
Ülke:
Meslek:
Yaş:
Facebook'ta Paylaş
Sanat Akımları
--------------------------------------------------------------------------------

Art Nouveau

Art Nouveau zarif dekoratif süslemelerin ön plana çıktığı, kıvrımların ve bitkisel desenlerin sıklıkla kullanıldığı bir sanat akımıdır.Köklerinin Britanya merkezli Arts&Crafts hareketine dek gittiği söylenebilir. Avrupa ve Amerika’yı etkilemiştir.
19.YY sonu ve 20. YY başında etkili olmuş bu akım ülkemizde 1900 Sanatı ya da Yeni Sanat adlarıyla anılmakla birlikte birçok Avrupa ülkesinde bölgesel olarak değişik adlarla anılmış , adlara uygun olarak ta uygulamaların niteliklerinde değişiklikler görülmüştür.

Modern Style, Yellow Book Style, Fin de Siecle Style, Jügenstil, Secession Stil bölgesel olarak kullanılan adlara örnektir. Stilin ilk aşamalarındaki mimarlıkta aşamalar daha belirgindir; kullanılan abartılı barok stili benzeri dekoratif bezeme ve süslemeler sebebiyle Floral Style, Style Coup De Fouet(Kamçı Vuruşu Stili) ve Style Angouille(Yılanbalığı Stili) olarak da anılmıştır.

Ortaçağ gotik sanatını savunan İngiliz estetikçi ve tarihçi John Ruskin’den etkilenen; Praeraphaelit grubu üyesi William Morris, mutlulugun el emeğiyle elde edilebileceği, işçi kesiminin yasama sevincine bu tür çalışma ile ulaşabileceği inancındaydı . İnsan ile maddenin arasına giren makinenin , dolayısıyla endüstriyel gelişimin güzelliği yok ettiği görüşündeydi.Yalnız ve yalnız insan elinin maddeye can verebileceği , ortaçağ sanatçılarının eserlerinin mükemmelliğinden aldıkları zevkle özgür ve mutlu olduklarını savunuyordu.

Sosyalist fikirlere sahip W. Morris, sanatı ,el emeği niteliğiyle geniş halk topluluklarına mal etmek suretiyle demokratlaştırmak istemiş,sanat kurumları açmış ayrıca imal ve satışın bir arada gerçekleştiği atölye-mağazası Morris Company’i açmıştır(günümüz meslek okulları niteliğinde).

Doğruluğu tartışıladursun W.Morris’in bakış açısı birçok sanatçı tarafından benimsenmiş,desteklenmiş ;bu yolla el sanatlarına dayalı bir sanat akımı oluşmuştur.Endüstriyel gelişmelerle ev yapımı ürünlerin pahalı kalmasıyla fakir işçi kesim yerine zengin koleksiyonculardan rağbet görmüştür.Kısaca endüstriye yenilmiştir.

Art Nouveau ismi 1896 yılında Paris’te açılmış olan ,dekoratif mobilya ve aksesuar satan bir mağazadan gelmektedir.Devlet salonuna kabul edilmeyen sanatçıların da bu tur eşyaların alım satımıyla ilgilenmeye başlamasıyla akım güçlenmiş ve anti akademik bir nitelik kazanmıştır.

Art Nouveau zamanla klasizmi reddetmiştir. Bu toplumsal değişimi de yansıtan bir durumdur. Darwin sonrası bir toplumda, Tanrının varlığının ancak sorgulanabildiği bir zamanda, insan ruhunun karanlık yanları ortaya çıkmaya başlamıştı. ”Fin de siecle” yani “yüzyılın sonu” sanatçıları ve yazarları sis ve loşluğu parlak gün ışığına yeğlerler. Paris gece hayatından,dansçılar ve hayat kadınlarından ilham alan grafik çalımsalar,mimaride Victor Horta’nın Loie Fuller’e tasarladığı tiyatro binası bunu kanıtlar niteliktedir.

Klasizme sırtını dönen Art Nouveau sanatçıları ilhamı öncelikle doğada aramışlardır.Bitkisel motifler,kadın figürleri kıvrılan bükülen çizgiler akımın etkilediği her alanda kullanıldı.Bitkileri ve hayvanları düzenli kompozisyonlarda statik bir formda kullanan eskilerin aksine doğanın dinamik kuvvetleri dile getirilmeye çalışılmıştır.

Demirin yapı malzemesi olarak kullanılması (1889 Paris Fuarı için yaptırılan Eiffel Kulesi) mimari için önemli bir devrim hareketi olmuştur. Demir; metro girişlerinde, yapıların değişik bölümlerinde, günlük yaşam araç ve objelerindehem fonksiyonel hem de süs olarak (fer forge) değerlendirilmiştir.

Demirin kullanımının yanı sıra Art Nouveau’nun karakteristikleri : camın (vitray) yoğun kullanımı bunun bir sonucu olarak ışık ve aydınlatma çözümleridir. Aydınlatmanın önem kazanmasıyla cam pencerelerle aydınlatılan(misterious light) merdiven yada hollerin merkez olarak yerleştirildigi yeni bir plan düzenine gidilmiştir.

Art Nouveau mimarlık sanatı 3 aşamada incelenebilir:
1896-1900yılları arasında başka stillerin yansımalarının net olarak görüldüğü bu dönemde Neo-Barok denilebilecek motifler ve bitkisel bezemeler ön plandadır.
“Gotik’i taklit ya da tekrar etmemeli sadece (ona) devam etmeliyiz” diyen Anton Gaudi yapıtlarında renkli yüzeyler, dalgalı formlar bol dekorasyon ve organik motifler kullanarak bu akımın ilk örneklerini yaratmıştır. Gotik mimari ve Catalan mimarisinin bir sentezi de sayılan yapıtların her yerinde süsleme öğeleri olarak bükük, kıvrık çizgili hacimler kullanılmıştır.
1905-1914 yılları arası geçiş aşamasıdır.Bu dönemde dekoratif süsler sadeleşmiş ,çizgiler stilize edilmiş,eğri çizgiler çokgen ve küpler oluşturmaya başlamıştır.
1925’te uluslararası stil uygulamaya geçmiş; eğriler-geometrik figürler, yoğun dekor-sistematik sadelik, fantezi-fonksiyon paralellikleri vardır.

Art Nouveau'nun el sanatlarını yayma ilkesi 20 y.y.da endüstriyel tasarım ekonomik ilkesini oluşturmuş ,el sanatlarının fonksiyonel olması gerekliliği vurgulanmıştır.Mimarlıkta da form fonksiyonu izler. Style Internationale aynı zamanda kübik hacimler oluşturur,düz yüzeyler teras nitelikli katlar bu formları tamamlar; yalınlaşan tasarımda yüzeyler dik açılarla birleşir.Bu mimari stilinin tanınmış temsilcileri arasında Le Corbusier,Walter Gropius,Mies Van Der Rohe, Avlar Aalto sayılabilir.


Ashcan Ekolü

New York'lu 20.yüzyıl başında aktif bir realist sanatçı grubu. Akademi tarafından kabul gören konuları reddetmiş; hayatın (ve şehir hayatının) tekdüze hatta bazen rahatsız edici ve çirkin yanlarına yoğunlaşmışlardır.


Barbizon Ekolü

Barbizon ekolü, 19. yüzyılda Fransız bir ressam grubu tarafından uygulanan manzara resmi tarzını tanımlamak için kullanılır. Daha önceki idealize manzara resmi reddedilmiş, çoğunlukla açık havada doğrudan gözlem yoluyla daha serbest ve gerçekçi eserler meydana getirilmiştir.


Barok

Avrupa'da yaygınlaşan Barok sanatta bir anlatım biçimidir. Aslında başlangıcı ve bitişi için kesin bir tarih verilemez ama 16. ve 18. yüzyılları arasında oluşup şeklini almış bir dönemdir. Mimarlık, müzik, resim ve heykelin etkileyici temalar altında birleştirilmesi amacını güder. Abartılı hareket duygusu ve net gözüken detayları ile dönemin müzik ve edebiyatında da kendini gösterir. Yoğun bir etki bırakan bu anlatım biçimi kendi alanında fazla eser verildiğinden bir dönem adı olarak anılmaya başlanmıştır. 1600'lerde Roma'da kilise etkisinde doğmuşsa da tüm Avrupa'ya yayılmıştır.

Mimaride Mimar Louis Le Vau ve bahçeci Andre Le Notre tarafından yapılan Versailles Sarayı , Barok Mimarisinin en tipik örneklerindendir. Bunun yanında resimde Caravaggio, Rembrandt, Rubens, Vermeer; heykelde Gianlorenzo Bernini; müzikte Johan Sebastian Bach, Antonio Vivaldi, L'Estro Armonico, Domenico Scarlatti, Georg Friedrich Handel, Georg Philipp Telemann Barok tarzında eser vermiş kişilere örnek teşkil edebilir.


Dışavurumculuk

Doğanın olduğu gibi temsili yerine duyguların ve iç dünyanın ön plana çıkarıldığı 20. yüzyıl Avrupa sanat akımı. Bozunmuş çizgi ve şekiller, abartı renkleri ile duygusal bir iz bırakmayı hedefler. V,ncent van Gogh bu hareketin öncüsü kabul edilir.


Erotik Edebiyat

Erotik edebiyat, birey ya da topluluk olarak insanın erotik yaşamını gözlemci, itirafçı, eleştirel, dadaist ve benzeri şekillerde ortaya koyan edebiyat türüdür. İlk ve en başarılı örneklerini Pierre Louys, Sappho, Marquis de Sade gibi isimler vermiştir.

Fransız edebiyatında asıl yerini bulan bu tür, Geç Amerikan döneminde de büyük ilgi görmüştür. Dünya genelinde, bu türdeki eserlerin büyük çoğunluğu başta sansürlemeye, yasaklamaya uğramıştır.


Fotorealizm


Fotorealizm, fotoğraf, özelliklerinin ve kalitesinin resmedildiği, 1960 ve 1970'lerde yaygın bir akımdır.


Happening

Happening, teyatral doğası olup senaryo dahilinde olmadan, doğaçlama yoluyla yapılan bir çeşit sanatsal etkinliktir. Terim olarak ilk defa Allan Kaprow'un "6 Bölümlük 18 Happening" (18 Happenings in 6 Parts) isimli eserinde kullanılmış ve yaygınlaşmıştır. Slayt gösterileri, dans, koku ve tad gibi hislere hitap eden etkinliklerin sahnelenmesi ve tecrübe edilmesi ön plana çıkar. Birçok örneğinde izleyici katılımı önemlidir ve ortaya çıkan estetik etki, tecrübe edilen etkinliklerin bileşimidir.

Claes Oldenburg'un "Dükkan" (Store) (1961), "Oto-bedenler" (Autobodies) (1963), ve "Yıkamalar" (Washes) (1965); Robert Rauschenberg'ün "Harita Odası II" (Map Room II) (1965); Robert Whitman'ın "Amerikan Ayı" (The American Moon) (1960); and Kaprow'un "Çağrı" (Calling) (1965) isimli eserleri önemli happening'ler arasında sayılabilir.


Minimalizm

Minimalizm, modern sanat ve müzikte, kökeni 1960'lara giden, sadelik ve nesnelliği ön plana çıkaran bir akımdır. ABC sanatı, minimal sanat gibi tabirlerle de anılır.

Görsel Sanatlarda Minimalizm

Soyut dışavurumculuğun biçime ve duyguya verdiği aşırı öneme karşı bir tepki olarak, nesnenin nesne olma özelliğine dikkat çekmek ve ifade, tarihsel, sembolik anlamlarını minimuma indirmek amacıyla hareket eden minimalist sanatçılar, nesnelere ve nesnelliğe olan bu ilgi nedeniyle genellikle heykel üzerinde yoğunlaşmışlardır. Bu alandaki önemli isimler arasında Carl Andre, Sol LeWitt, Robert Morris, Richard Serra, Donald Judd, Dan Flavin sayılabilir. Süreç Sanatı, arazi sanatı, performans sanatı ve enstalasyon sanatı minimalizmden etkilenerek ortaya çıkmıştır.

Müzikte Minimalizm

Görsel sanatlara benzer şekilde, müzikte de minimalizm, biçimciliğe tepki olarak çıkmış, müzikteki duygusal sterilliği, entellektüel karmaşıklığı ve diğer biçimleri ortadan kaldırma amacı gütmüştür. Tarihi veya duygusal izlenimleri en aza indirgemek için melodi ve harmonide basitlik ön plana çıkarılır, tekrarlara önem verilir. Elektronik enstrümanların kullanımı da bu amaca uygun olduğundan yaygındır. Minimalist besteciler arasında Philip Glass, Steve Reich, Terry Riley, La Monte Young ve John Adams sayılabilir.


Modernizm

Kültürel anlamda modernizm, 19. yüzyılda geleneksel anlamdaki edebi, sanatsal, sosyal organizasyon ve gündelik yaşamın geçerliliğini yitirdiği fikriyle ortaya çıkmıştır.

İnançtan Doğan Estetik: Hat

--------------------------------------------------------------------------------

Picasso’dan, Van Gogh’a Batılı büyük ressamların hayranlıklarını gizleyemedikleri hat sanatının kaynakları, incelikleri ve ifade ettikleri...
* “Kur’ân, İstanbul’da yazıldı.” ifadesinin arkasındaki hakikat...
* Hüsnühattaki zenginlikler kâinattaki çeşitliliği ve ahengi farklı bir şekilde ifade etme gayreti midir?
* Kur’ân’ı Kerim’in en güzel şekilde yazma gayretlerinin ışığında gelişen hat sanatının tarihçesi... </B></EM>




*İslâm tarihinde önemli bir yeri olan hat sanatı; yerli, yabancı birçok ressamın ilgisini çekmiştir. Ünlü ressam Picasso, bir gün usta bir hattatın eseri karşısında: "İşte gerçek resim bu!" demiştir. Yine büyük ressam Van Gogh'a sorulan, "Siz resimde istediğinizi yapabildiniz mi? Gönlünüzden geçeni resimde dile getirebildiniz mi?" şeklindeki bir soruya, o: "Anlatamadım." cevabını vermiş. "Peki bu hangi san'atla olur?" denmesi karşısında ise: "Kaligrafi ile (hat san'atı) olur." demiştir.

Hattat Mahmud Bedreddin Yazır, dostu bir Macar ressamın hat san'atıyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor: "Birinci Cihan Harbi'nde askerlik münasebetiyle tanıştığım Macar, subay bir arkadaşım vardı; aynı zamanda ressamdı. Ara sıra İstanbul camilerini, müze ve kütüphanelerini birlikte gezer, her çeşit san'at eserini tetkik ederdik. Bir gün Sultanahmet Camii'ndeki Melek Paşazâde Ali Haydar Bey merhumun ta'lik celisi 'El-kâsibu habibullah' levhası önünde bulunuyorduk. Arkadaşım ona dikkatle baktıktan sonra dönerek: 'Dostum! Bu sizin yazılarda bir hal var; ilk bakışta sade bir renk, geometrik bir sessizlik görülüyor, dikkatle baktığımda harekete geliyor, canlanıyor, cilveleniyor. Önce bir tatlı bakış, arkasından yavaş yavaş içe süzülen canlı bir akış, sessiz bir armoni içinde ruhu oynatan metafizik bir mûsiki var. Lâkin ondaki ahengi kulaklar duymuyor, içler dinliyor, dinledikçe bir başka âleme yükseliyor. Bakarken ne oluyor anlamıyorum, içimi içine çeken büyüleyici bir çehre, bir güzellik denizi, sevimli titreşimlerle gönlümü ferahlatan bir hava, derken bir melek sesi ve nefesi kadar gizli bir okşayış ve sarılış içinde kalıyorum. Sanki o, ben oluyor; bende o oluyorum, sizde de böyle şeyler olur mu?"

Yabancılara bu kadar tesir eden, onlarda hayranlık uyandıran bu güzel san'atımızı, acaba bizler yeterince tanıyor muyuz?

Hat, İslâm âlemi tarafından benimsenip kullanılan, Osmanlı'nın elinde gerçek bir san'at vasfı kazanmış, Arap harflerinin değişik şekillerde yazılmasıyla oluşan yazı san'atıdır.

Dünya tarihinde yazının okuma-yazma aracı olmasının ötesinde, yazıya ve mekâna estetik bir
güzellik katma gayesiyle kullanılması hat san'atıyla olmuştur. Hat san'atı önceleri daha ziyade kitap yazılmasında kullanılmaktaydı. İnsanın iç dünyasında terennüm ettiği iman, his ve sezgilerin yüzyıllar boyu, ince ve zarif bir ifadeyle mushaflar, en'amlar, cüzler, delâil ve daha nice yazma kitapta hat san'atıyla şekillendiğini görüyoruz. Hat san'atı, daha sonraları mimarîde kullanılmaya başlanmış, mâhiyet, karakter ve kimlik belirleyici vasfıyla eserlerimizi taçlandırmıştır.

Allah’ın Kelâmı'na duyulan saygı ve Kur’ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ı en güzel şekilde yazma gayretleri hat san'atımızı ortaya çıkarmıştır. Buna bağlı olarak tezhib, ebru ve cilt san'atları doğmuş, hattâ kâğıtçılık, mürekkepçilik bile bir san'at kolu haline gelmiştir.

Kur’ân-ı Kerim, okuyup yazmaya büyük önem verir. Nitekim, Cenab-ı Hakk'ın, Kur'ân'da insanlığa ilk hitabı "Oku!"dur. Bunun gibi yazı vasıtası olan kalem de, okumak gibi, insanın olmazsa olmazı olarak beyan ve methedilmiştir: "Yaratan Rabb'inin adıyla oku! İnsanı bir kan pıhtısından yaratan. Oku! Rabb'in sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana, bilmediklerini öğretendir." (Alâk, 1-5)

Bu âyetlerle Allah (cc) okumaya, yazmaya ve onun vasıtası olan kaleme dikkatlerimizi çekiyor. Zira Allah'ın birliği inancını yayacak olan en kuvvetli vasıtalar bunlardır.

Kur’ân'da kalemin önemini vurgulayan "Kalem" adlı bir sûre vardır. Bu sûrenin ilk âyetinde de, "Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun." buyrulmaktadır. Bu sûreye Cenab-ı Hakk'ın "Nun" harfiyle başlamasında pek çok sır gizlidir. Bazıları bu âyetin birçok işârî mânâ tabakasından birine göre "Nun" harfini, şekli dolayısıyla "yazı hokkası ve üzerindeki divite" benzetmiştir. Hokkadan maksat da içindeki mürekkeptir. Ondan sonra Cenab-ı Hak, "kalem" ve "yazı" üzerine yemin etmektedir. Bilindiği gibi yemin, mühim ve kutsî şeyler üzerine yapılır. Yemin edilen şeye dikkati çekmek, gönüllerdeki şüphe ve tereddüdü gidermek, yemin edilen şeyin kendisiyle yemin edilmeye lâyık mühim ve mukaddes bir şey olduğunu bildirmek için yapılır. Bu itibarla kalem ve yazı tarih boyunca Müslüman toplumlarda mukaddes sayılmıştır. Yukarıdaki iki sûrede geçen âyetler, Kur’ân'ın güzel yazı yoluyla kayıt altına alınması ve yayılmasında büyük rol oynamıştır. Her Müslüman, Allah'ın ve Hz. Peygamber'in (sas) sözlerini güzel bir yazı ile yazmak ister. İşte yazıya ve kaleme bu gözle bakan hattatlar, tarih boyunca bu uğurda çok büyük gayretlerle muhteşem el yazması eserler meydana getirmiştir. Özellikle Osmanlıların hat san'atına katkılarının çok büyük olması, "Kur’ân Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı." dedirtmiştir.

"Bir esere saygısızlık, sahibine saygısızlıktır." anlayışını benimseyen Müslümanlar, yazıya ve yazılmış eserlere değer vermiştir. Hattâ mürekkebe, kâğıda, kaleme ve kalem kırıntılarına karşı bile hürmetsizliği dinî hassasiyetlerine aykırı bulmuşlardır. Bu düşünceyle hattatlar, kalem yongalarını çöpe atmaz, saklarlardı. Abdestsiz kalem tutmaz ve yazılı bir kâğıdı ayak altında bulundurmazlardı.

Türklerin, İslâmiyet'le şereflendikleri 10. asırda hüsn-ü hat, İslâm âleminin bir kısmında müstakil bir san'at haline gelmişti. Selçuklu hat san'atı, diğer İslâm devletlerindeki hat san'atı seviyesine ulaşmıştı. Hat san'atına Osmanlı kimliğinin kazandırılması, İstanbul'un fethini takip eden yıllarda mümkün olmuştur. Hat dehamız Şeyh Hamdullah (1429-1520), o devirde en yaygın hat nevileri sayılan ve "aklam-ı sitte" yani "altı kalem" diye ifade edilen sülüs, nesih, muhakkak, reyhanî, rik'a', tevki yazılarını bir değerlendirmeye tâbi tutarak, öncekilerden farklı bir estetiğe kavuşturmuştur. Daha sonra Ahmed Karahisarî (1469-1556), güçlü terkip kudreti sayesinde hayranlık uyandırmıştır. Bir sonraki yüzyılın nihayetinde bu yazı çeşitlerine Hâfız Osman'ın (1642-1698) getirdiği taze soluğun tesiri ise, birkaç asır devam etmiştir.

Hat san'atının zirveye çıktığı 19. yüzyılda; Mustafa Râkım (1757-1826) ve Mehmet Es'ad Yesari (?-1798) ekollerini devam ettirip geliştiren Yesarizâde Mustafa İzzet (?-1849), Kazasker Mustafa İzzet (1801-1876), Mehmet Şevki (1819-1887), Sami Efendi (1836-1912), Abdulfettah (1814-1896), Mehmet Şefik (?-1880) gibi pek çok değerli hattatımızla bu sanatın kemâl noktası yakalanmıştır denebilir.

Cumhuriyet sonrasında hat san'atı gelişmesini sürdürmüş; İsmail Hakkı Altunbezer (?-1946), Halim Özyazıcı (1898-1964), Necmeddin Okyay (1885-1976) ve Üstad Hamid Aytaç (1891-1982) gibi birçok değerli hattatımız dünya çapında büyük eserlere imza atmıştır. Günümüzde de Hasan Çelebi, Fuad Başar, Hüseyin Öksüz, Yusuf Sezer, Mehmed Memiş, Hüseyin Kutlu, A. Zeki Yavaş, Mehmet Özçay, Ali Alparslan gibi hattatımız, bu güzel san'atımızı icra etmektedir. Sevindirici bir nokta, günümüzde hat san'atına olan alâkanın her geçen gün artmasıdır.

Yazı çeşitleri
Hat san'atında harfler resmedilme şekilleri bakımından birçok değişikliğe uğratılarak çeşitlendirilmiştir. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

Kûfi yazı: Harfleri hem düz, hem yuvarlağımsıdır. Hz. Ali (ra) döneminde Kûfe şehrinde geliştiği için bu adı almıştır. Hem el, hem de cetvel ile yazılabilir. Osmanlılar, kûfiye başlangıçta fazla iltifat etmemiştir. Fakat 19. yüzyılda bu yazı çeşidi yeniden canlanır gibi olmuştur.

Sülüs yazı: Harflerin altıda dördü musattah (düze yakın), altıda ikisi de müdevverdir (daireye yakın). Sülüsün lûgat mânâsı üçte bir demektir. Niçin bu adı aldığı hususunda çeşitli görüşler varsa da, akla en uygun olanı, harflerinin üçte iki kısmında düzlük, üçte bir kısmında eğimin hâkim olduğu görüşüdür. Ortalama kalem kalınlığı 2-3 mm'dir. Kalem kalınlığı 3 mm'yi aşan çeşidine celi sülüs denir.

Nesih yazıülüse tâbi olup kalınlığı onun üçte biri kadardır. Her ne kadar sülüsün üçte ikisinin neshedilmiş hâlidir dense de, tam olarak sülüs değil, onu andıran bir hususiyeti haizdir. Genellikle Kur’ân-ı Kerim ve geniş hacimli kitapların yazılmasında kolay okunabilirliği sebebiyle nesih yazı kullanılır. Celisi de vardır.

Muhakkak yazı:Bir buçuk hissesi düz, bâkisi yuvarlağımsıdır. Bu yazının kalem kalınlığı da sülüs kaleminki kadardır. Bu çeşidin şekil itibariyle kûfi yazıdan geliştirilen ilk yazı olduğu belirtilmiştir. Çünkü bu yazıda dik harflerin boyları ile sin, şın, sad, dad ve fe gibi çanaklı tâbir edilen harflerin sola doğru uzayan kısımları sülüs yazıya nispeten daha uzun olduğu gibi, dönüş noktaları veya yerleri de sertçe bir görünüm arz etmektedir.

Reyhânî yazı:Muhakkak kaleminin üçte bir kalınlığındadır. Sülüse nispetle nesih ne ise, muhakkaka nispetle reyhânî odur. Harf şekillerinin hepsi değilse bile, hemen hemen tamamı reyhan çiçeğine benzetildiğinden, bu adı aldığı ileri sürülmektedir. Bu yazıyla Kur’ân ve dualar yazılır.

Tevkî yazı:Lûgat mânâsı, bir şeyi vâki ettirmek, oldurmak ve tesir etmektir. Sülüsün kurallarına bağlı olmakla birlikte, ölçü itibariyle onun biraz küçüğü ve âdeta fazla itina gösterilmeden yazılan şeklidir. En belirgin hususiyeti birleşmeyen elif, re, vav gibi harflerin yazıda birbirine bağlanabilmesidir. Eskiden halife ve vezirlerin mektuplarının bu yazı ile yazılmasından dolayı bu adı almıştır.

Rık'a yazıeri ve kâğıt parçalarına verilen ad olduğu gibi, onların üzerine süratle yazılan yazının da adıdır. Rık'a, tevkînin küçük boyda yazılan şekli olup, onun kurallarına bağlıdır. Bu yazı, mektup ve hikâye yazılmasında kullanıldığından, stenografik bir karakter taşımaktadır. Ayrıca çabuk yazılmaya elverişlidir. Osmanlılarda bazen vakıf işlerinde, genellikle Kur'ân'ların son dua sayfasında ve öğrencilerin sülüs ve nesih icâzetnâmelerinde hattat hoca tarafından yazılan tasdik makamındaki yazılarda kullanılmıştır. Bu yazıya icâze veya hatt-ı icâze denmiştir.

Siyâkat yazı: San'at yazısı olmaktan ziyade, mâliye, tapu ve evkâfa ait kayıtlarda ve vesikalarda kullanılan bu yazının menşei kûfiye dayanmaktadır.



Bu tipin mâli işlerde kullanılmasını göz önünde bulunduran bazı kimseler, onun, gizliliği temin için böyle kendine has bir tarzda yazıldığına inanmaktadırlar ki, bu doğrudur. Nitekim bu yazıyı herkes okuyup yazamamaktadır.

Ta'lik yazı:Her harfi yuvarlağımsıdır. Bu kalemin kalınlığı da sülüs kaleminki kadar olup "meşk kalemi" diye bilinir. İranlıların geliştirdiği bir yazı çeşididir. Fakat Müslüman Türklerin elinde bu yazı çeşidi, geliştirilmiş ve en güzel şekle dönüştürülmüştür. Bunun yenilenmiş ve geliştirilmiş haline nes'ta'lik denir. Celi ta'lik çeşidi de vardır.

Dîvânî yazıîvan, Osmanlı Devleti'nde devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı meclistir. Burada alınan kararların yazıldığı yazı çeşidine "dîvan yazısı" denir. Osmanlılar, devlet yazışmalarında sahtekârlığı önlemek için zor okunan ve kelime arasına ilâve yapılamayacak şekilde girift yazılan "dîvânî" ve "celi divanî" şeklinde iki çeşidi bulunan bu yazıyı bulup geliştirmiştir. Bunun en güzel örnekleri 19. ve 20. yüzyılda ortaya konmuştur.

Tuğra yazısıîvân-ı Hümâyûn'da hazırlanan belgelerde en çok göze çarpan "tuğra", Osmanlı padişahlarının mührü ve bir çeşit imzasıdır.



Oğuz Türkçesinde "Hakan'ın imzası ve buyruğu" anlamındaki "Tuğrağ" kelimesinden türetilmiştir. Türklerin geliştirdiği bir yazı biçimidir. Önceleri ferman, berat, vakfiye gibi yazılı evrakın baş kısmına konan tuğranın zamanla kullanılma sahası yaygınlaşmış; tuğra sonraları mühürler, paralar, pullar ve kitabelerde kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı padişahlarının -baba adıyla beraber- ismini ve "el-muzaffer daima" dileğini taşıyan tuğralar her padişahla beraber değiştirilir ve yeni padişah tahttan ayrılana kadar da kullanılırdı. Ayrıca bu yazı tarzıyla, âyet, hadîs ve güzel sözler de yazılagelmiştir.

Yaygın olarak kullanılan çeşitlerini açıkladığımız hat san'atının; kalem-i sicillat, kalem-i sülüseyn, kalem-i celil, kalem-i müselsel gibi daha pek çok çeşidi vardır.

Hüsnühattaki bu zenginlik, tabiatta var olan çeşitliliği ve âhengi ifade etme gayreti olarak adlandırılabilir. Çünkü Allah, isimlerinin tecelligâhı olan kâinatı yaratırken, san'atlarını da en güzel şekilde o âlem içinde var etmektedir. Yani kâinattaki en güzel, en muhteşem san'at, Yüce Yaratıcı'nın yaratmadaki san'atıdır. Hat san'atında insanın san'at anlayışındaki incelikler ve zevk-i ruhanisi bütün derinlikleriyle uygulanmış, meydana getirilen eserlerde hem yazı güzelliğine, hem de ifadelerin mânâ güzelliğine dikkat edilmiştir. Böylece yazı ve söz çok zârif bir san'atta bütünleşmiştir. Göz, kâinatla bütünleşmeye çalışan san'atı temâşa ederken, san'atlı yazıların ifade ettiği mânâlar, insan zihninde ve yüreğinde yeni ufuklar açmıştır. Tarih boyunca hattatlarımız, âlemdeki bu zerafet ve letâfeti, kısmen de olsa hat san'atındaki çeşitlilikle yazı diline aktarmaya çalışmışlar günümüzde de bu çalışmalar devam etmektedir.

BAROK SANAT
17. yüzyılın başında Avrupa�da yepyeni bir sanat üslubunun doğduğuna tanık olunur. Bu yeni üslup, Rönesans üslubundan ayrı, hatta ona tümüyle karışt bir sanat üslubudur. Sanat tarihçileri, yalnız resim, heykel ve mimarlığı değil, öteki sanat dallarını da kapsayan, temelde Rönesans�tan farklı, yeni bir dünya görüşüne dayanan bu üsluba �Barok Sanat� adını vermişlerdir. Barok sözcüğü, Portekizce �Barucca� sözünden gelir. Portekizce�de garip biçimli, eğri-büğrü incilere verilen bu küçültücü ad, aradan yüzyıl geçtiği halde Rönesans ilkelerine bağlılıkta direnen tutucu kişilerce konulmuştu. Batı sanatında her büyük akım, başlangıçta sert tepkilerle karışlaşmış, adlarını da çok kez böyle aşağılatıcı tanımlardan almıştır.
16. yüzyılın ikinci yarısına ortaya çıkan Maniyerizm, 250 yıllık Rönesans sanatına karış uyanan bir tepkinin sonucuydu. Maniyerizm, Rönesans�ın insanı ön plana alan, sıkı bir geometriye dayanan akılcı tutumuna karış çıkış, katılaşmaya yüz tutmuş kalıpları yıkmak eylemiydi. Barok sanatın oluşumunda Maniyerist tepkinin katkıları da yadsınamaz. Rönesans gibi bir Yeniçağ sanatı olan Barok sanatın da temel amacı görüneni gerçekte olduğu gibi inandırıcı bir biçimde vermekti. Natüralizm denilen bu tutumda amaç aynıydı, ama Barok sanatçı bu amacına Rönesans sanatçısından çok ayrı yollardan varmayı başarmıştır.
Rönesans mimarlığı ile Barok mimarlık arasındaki farları daha iyi kavrayabilmek için bir karışlaştırma yapmak yerinde olur. rönesans döneminin ünlü yapılarından Ruccelai Sarayı (Floransa) ile Barok saray mimarisinin tanınmış örneklerinden biri olan Viyana�daki Schönbrun Sarayı, iki üslubun farklarını belirgin bir biçimde göz önüne seren örneklerdir. Üç katlı bir yapı olan Ruccelai Sarayı�nın cephesinde ilk bakışta kavranabilen bir yatay-dikey düzeni söz konusudur. Saçağın ve katları ayıran silmelerin yatay düzenlenişi ile pencerelerin arasında yer alan ve yerden çatıya kadar uzanan yalancı sütunların dikey oluşu, yapının cephesinde bir yatay-dikey karıştlığı meydana getirmiştir. Alt katta kare, üst katlarda dikdörtgen biçimli pencereler ve yuvarlak kemerli alınlıklar birbirinin tekrarıdır. Avusturyalı mimar Fischer von Erlach�ın 17. yüzyılın ikinci yarısında yaptığı Viyana�daki Schönbrun Sarayı�nın cephesi simetrik bir düzen göstermekle birlikte, yan kanatların kademeli olarak öne alınışı ile cepheye Rönesans saraylarında görülmeyen bir hareket ve derinlik kazandırılmıştır.
Aynı mimarın Salzburg�da yaptığı bir başka kilisede ise içbükey bir cephe tasarlanmış, iki yana kabarık yatay silmeli kuleler eklenmiştir. ıtalyan mimarı Borromini�nin iki yanı revaklarla çevrili bir avluya bakan San Ivo Kilisesi (Roma) de bu konuda bir başka ilginç örnektir. Cephenin ilk iki katı içbükey, üst katı ise yapının oval planına uygun olarak dışbükey tasarlanmıştır. Böylece Rönesans�ın dörtgen plan şemasının yerini oval mekan şeması almış olmaktadır. Yine Borromini�nin Roma�da Dört Çeşme Kavşağı�nda bulunan oval planlı San Carlo Kilisesi�nin iki katlı cephesi ise günün her saatinde değişik gölge-ışık oyunlarına olanak verecek biçimde hareketli bir düzene sahiptir. Mimar bununla yetinmeyerek, yapının sol köşesini dar bir cephe haline getirmiş, alt kısma bir çeşme, üste ise yine hareketli bir kule yerleştirmiştir. Bu asimetrik dış görünümden yapının oval iç mekanını anlamak olanaksızdır.
Barok yapıların ceplerinde tanık olunan çabuk kavranamayan hareketli düzenlemeler, yapıların iç mekanlarında da görülür. Bohemyalı mimar Neumann�ın Würzburg Piskoposluk Sarayı�nın tören merdivenleri bunun en karakteristik örneklerinden biridir. Dörtgen iç mekan iki yandan diyagonal olarak yükselen merdivenlerle tavan ise boılukta yüzen figürlerin oluşturduğu bir dekorla farkedilmez hale getirilmiştir.
Rönesans�ın tek kubbeli, merkezi planlı yapı tipi de Barok dönemde önemli bir değişime uğramıştır. Dört cepheli, haç planlı Rönesans formu, Venedik�in ünlü kilisesi Santa Maria della Salute�de çok cepheli bir görünüm kazanmış, Barok mimar Longhena bu cephelerin her birini bir başka biçimde düzenlerken, kubbeye geçişteki spiral volütlerle Rönesans�ın sert çizgilerini kırmayı amaçlamıştır.
Borromini�nin Roma�daki San Agnese Kilisesi tipik bir Barok kilisedir. Önündeki kalabalık heykel grubundan oluşan çeşme ise ünlü heykelci Berninin�nin yapıtıdır. Sanatçı Dört Nehir Çeşmesi adını taşıyan bu yapıtını küçük kaya parçalarının ortasına yerleştirilmiş eski bir Mısır obeliskinin çevresinde geliştirmiştir. Kaya yarıklarından dünyanın dört kıtasını simgeleyen dört nehrin, Tuna (Avrupa), Nil (Afrika), Ganj (Asya) ve Rio�nun (Amerika) suları fışkırır. Her nehrin alegorik figürlerle temsil edildiğini yapıtı kavramak için seyircinin dört bir yanı dolaşması gerekir. Barok sanatçılar kendi üsluplarını yalnız görkemli yapılarla değil, Roma kentinin çeşitli meydanlarına serpiştirdikleri bu tip çeşmelerle de yaygınlaştırmışlardır.
Barok çağın en ünlü heykelcisi Bernini�dir. Roma meydanlarını süsleyen çeşmelerinde hareketli figür gruplarını etkili biçimde düzenlemekte üstüne yoktur. Ama yalnız çeşme yapımında değil, kiliselerin mihrap kompozisyonlarında olduğu gibi, tek ve ikili heykel yapımında da başarılı bir ustaydı. Sanatçı Roma�daki Santa Maria della Vittoria Kilisesi�nin mihrap nişinde yer alan ünlü kompozisyonunda Azize Theresa�nın dinsel duygular içinde kendinden geçişi konusunu işlemiştir. Azize ve melek figürleri bulutlar üzerinde durmaktadırlar. Melek elindeki oku azizenin göğsüne saplamak üzereyken yukarıdan üzerlerine tanrısal ışık demeti bir altın yağmuru gibi dökülmektedir. Burada tanrısal bir aşkın, azizenin Tanrı ile bütünleştiği mutlu anın o zamana kadar görülmedik canlı ve etkileyici bir sahne halinde verilişine tanık olunur. Zengin giysi kıvrımları göz alıcı bir dekor oluşturur ama bu ayrıntılar, figürlerin yüzlerindeki çarpıcı ifadenin ön plana geçmesine engel değildir.
Berrini 1616 tarihli Daphne ve Apollon Heykeli�nde (Galleria Borghese, Roma) ise Yunan mitolojisindeki ilginç bir konuyu ele almıştır. Bu yapıtta Daphne ile Apollon arasındaki serüvenin en dramatik anı verilmiştir. Efsaneye göre Daphne dayanılmaz güzellikte bir bakireydi. Kendisini Tanrıça Gaia�ya adadığı için erkeklerden kaçan kızla karışlaşan Apollon, ona bir anda vurulmuş ve peşine düşmüştür. Ama kızı yakaladığı sırada Daphne bir ağaça dönüşmüştür. Bu, bilinen defne ağacıdır. Çaresiz kalan Apollon defne ağacından dallar koparıp bir çelenk yapmış ve onu başından hiç çıkarmamıştır. Bu grup kompozisyonu Barok heykel sanatının en başarılı ürünlerinden biridir. Figürler arası bağlantılar, hareketlerdeki incelik ve uyum, heyecanlara eşlik eden soldan sağa yükseliş, heykelin başarısın sağlayan özelliklerdir. Bernini kırılgan taşı, süt beyaz mermeri inanılmaz bir beceriyle dantel gibi işlemiştir. Ama bu sadece el hünerine dayanan cansız bir tasvir değildir, mermer figürler sanki soluk alıp vermekte, olayın en heyecanlı anını seyirciye paylaşarak yaşamaktadırlar. Bu yapıtta Barok heykelin bir başka özelliği görülür: Artık heykel tek noktadan bakılarak değil, çevresinde dönüp dolaşılarak kavranan bir çok yönlülük de kazanmıştır.
Bernini grup kompozisyonlarında olduğu kadar büst yapımında da ustaydı. 1651 yılında yaptığı I. Francesco�nun Portre Büstü�nde bu soylu kişiyi zengin dökümlü giysisi ve lüleli peruğuyla görkemli bir biçimde betimlemiştir. Öte yandan Francesco�nun yüzünün onun kişiliğini yansıtan bir gerçekçilikle işlendiği görülür. Bu yapıtta ince işçilik ile ifade gücünün tam bir uyumu söz konusudur. Bernini�nin büyüklüğü de buradadır.
Barok heykel sanatına bir başka örnek de Alman heykelci Andreas Schlüter�in atlı anıtıdır. Bu yapıt, Berlin Krallık Sarayı�nın önüne konulmak için yapılan, ama ıimdi Charlottenburg Sarayı�nda bulunan Büyük Elektör Anıtı�dır. Anıt, Rönesans sanatçıları Donatello ve Verrocchio�nun atlı heykelleri ile karışlaştırılırsa bazı önemli ayrılıklar gösterir. Hepsi de görkemli yapıtlardır ama Rönesans�ın statik anıtsallığı burada dinamik bir görünüme dönüşmüştür. Atın yeleleri ve elektörün bol giysileri rüzgarla uçuşmakta, daha canlı bir görünüm yaratmaktadır. Anıtın kaidesine de Rönesans�ın sade anlatımından farklı olarak hareketli figür grupları yerleştirilmiş, dinamik etki bir kat daha güçlendirilmiştir.
Barok resim sanatı da gerek duvar gerek tuval resminde Rönesans üslubundan önemli farklarla ayrılır. Yüksek Rönesans döneminde Michelangelo�nun Sistine şapeli tavanına yaptığı zengin kompozisyonda tavanın düz tonozu, gerçek mimari organlar etkisi uyandıran bölmelere ayrılmış ve bunların içine sayısız figürler yerleştirilmişti. Bunlar devingen figürler olmasına karışn, tavan yüzeyi açıkça algılanabiliyordu. Barok üsluptaki tavan resimlerinde de mimari çizimler söz konusudur. Ancak bunlar derinlik etkisi uyandıracak biçimde eğrilip bükülerek kaçış noktasına doğru yükselmekte, ortadaki hareketli figürler ise sanki gök boıluğunda uçuşmaktadır. Seyirci artık tavan yüzeyini farketmemekte, kapalı bir mekan içinde bulunduğunu unutmaktadır. Barok resmin duvar yüzeyini görünmez kılan, onları gökyüzünün sonsuzluğuna açan bu dönüştürümüne örnek olarak Roma�daki San Ignazio Kilisesi�nin orta mekanının tavanı gösterilebilir. Mimari çizimlerdeki kuvvetli perspektifle oluşan orta bölüm, kenarlarda uçuşan figürlerle birlikte bakışımızı derinliklere çekip götürmektedir.
Barok resmin doğuşunda Maniyerizm�in katkısını açıklayan bir örnek de Maniyerist sanatçı Tintoretto�nun Venedik�teki Son Akşam Yemeği (San Giorgio Maggiore) adlı resmidir. Leonardo da Vinci�nin Milano�daki aynı konulu yapıtından farklı özellikler taşır. Vinci�nin yapıtında yemek masası duvar düzlemine paralel olarak konulmuş, figürler ortada ısa, iki yanında eşit sayıda azizle sıkı bir simetri içine alınmıştı. Tintoretto�nun resminde ise diyagonal bir düzenleme söz konusudur. Gözümüz bu diyagonali izleyerek gerilere, ısa�nın ışıldayan haleli başına doğru kaymaktadır. Güçlü gölge-ışık karıştlığı içinde figürlerin konturları eriyip hareket bağıntılarıyla sağlanan dinamik bir bütünlük oluşmakta, güçlü bir dramatik etki seyirciyi bir anda kavramaktadır. Bütün bu özellikler Barok resmin de başlıca özellikleridir.
Sanat tarihçileri 16. yüzyılın sonunda ün kazanan Caravaggio�yu Barok resmin babası sayarlar. Caravaggio kısa yaşamına sığdırdığı birbirinden başarılı yapıtlarla bu tanımı hak etmiştir. ısa�nın Mezara Konuluşu (Vatikan) adlı yapıtında sağda ellerini acıyla kaldırmış azizeden başlayarak sola doğru kademeli olarak sıralanıp eğilen figürlerin hareketi, ısa�nın sarkan koluyla mezar taşına ulaşmaktadır. Hareket hem acıyı hem mezara konuluşu ifade etmekte, gerek ortadaki kırmızı şal gerek ustalıklı gölge-ışık kullanımı dramatik bir etki oluşturmaktadır. Caravaggio gerçekçi bir ressamdır. Çoğu birer işçi olan azizleri nasırlı ellerle ve çamurlu ayaklarla resimlemekten çekinmemiştir. Bu yüzden kiliseyle sık sık anlaşmazlığa düştüğü bilinir. Sanatçı Golyat�ın Başını Kesen Genç Davud (Gallerie Borghese, Roma) adlı resminde ise uyumlu hareketler, etkileyici yüz ifadeleri ve başarılı gölge-ışık kullanımıyla seyirciyi ürperten güçlü bir dramatik görünüm yaratmayı başarmıştır.
Caravaggio�nun etkisi kısa zamanda tüm Avrupa�ya yayılmıştı. ıtalya�da eğitim gören pek çok sanatçı onun yolunu seçmiştir. Bunlara �Caravaggistler� denir. Avrupalı sanatçılar, ustanın az sayıda yapıtını göremese de dört bir yana yayılan Caravaggistler onun üslubunu tanıtıyorlardı. Fransız sanatçısı Georges de la Tour da bunlardan biridir. Aziz Sebastion�a Yas Tutan Azize Irene (Staatliches Museum, Berlin) adlı yapıtında Caravaggio�nun etkileri kolayca görülür. Tüm sahne azizenin tuttuğu çırayla aydınlatılmış bu yolla güçlü bir gölge-ışık karıştlığı yaratılmıştır. Figürlerin sağdan sola doğru kademeli olarak alçalışı da Caravaggio�nun ısa�nın Mezara Konuluşu adlı resmini anımsatmaktadır. Ne var ki, her güçlü sanatçı gibi Georges de la Tour da bu etkileri kendi ulusal ve kişisel sanat dünyası içinde eritip özümsemeyi bilmiş ve çok özgün yapıtlar ortaya koymuştur. De la Tour bir taşra sanatçısıydı, oyya yurttaşı Poussin ıtalya�da eğitim görmüş, Paris�te yaşamıştır. Sanatçı Aziz Erasmus�un şehit Edilişi (Vatikan Pinakothek) adlı yapıtında daha kalabalık bir kompozisyon içinde Caravaggio�nun bir başka özelliğinden, dramatik anlatım gücünden yararlanmıştır. Olayın en trajik anını işlemiş, ama bunu yüzde yüz kendine özgü bir üslupla yapmıştır.
17. yüzyıl ıspanyol Baroğu�nun en ünlü ustası ise bir saray ressamı olan Velazquez�dir. Çağdaşları tarafından �büyücü� diye adlandırılan sanatçının tablolarına yakından bakınca kalın renk lekelerinden başka bir şey görülmüyordu. Ama tablodan üç adım uzaklaşıldığında her şey belirginlik kazanıyor, figür bu teknikle sağlanan büyüleyici bir renk ve ışık titreşimiyle canlanıyor, sanki soluk almaya başlıyordu. Bu özelliği en iyi gösteren örneklerden biri de Kralişe Mariana�nın Portresi�dir (Louvre, Paris).
Rubens de Barok çağın uluslararası üne sahip ressamlarının başında gelir. Yaşamı boyunca oradan oraya çağrılmış, ıspanya sarayından Anvers sarayına, oradan Fransa sarayına koımuş durmuştur. Binlerce yapıt vermiş verimli bir sanatçı olan Rubens, atölyesinde zamanın ünlü ustalarını çalıştırırdı. Taslakları kendi hazırlayıp gerisini onlara bırakır, sonunda bir kaç düzeltme yapıp imzasını atmaktan çekinmezdi. Anvers Katedrali için hazırladığı ısa�nın Çarmıhtan ındirilişi en tanınmış yapıtlarından biridir. ısa�nın aşağı doğru kayan vücudu onun anatomi bilgisini açıkça gösterir. Kalabalık kompozisyon, ışığın ustalıklı kullanımı ve başarılı hareket bağlantılarıyla organik bir bütünlüğe ulaşmakta, amaçlanan dramatik etki sağlanmaktadır. ıbrahim Peygamber�in Oğlunu Kurban Edişi adlı yapıtında ise figürlerin aşağıdan görünüşü seyircide şaşırtıcı bir etki uyandırır. Figürler sanki yanlardan ortaya doğru hızla dönen bir burgaç hareketinin içinde dönüp savrulmaktadır. Yine Rubens�in bir başka görkemli yapıtı ise Lanetlilerin Cehenneme Düşüşü�dür (Alte Pinakothek, Munich). Büyük kompozisyonların ressamı olan Rubens, ustalığını ve hayal gücünün zenginliğini en çok bu tip kompozisyonlarında dile getiriyordu. Bu yapıtında alevlerin kızıllaştırdığı ürpertici bir ortamda sayısız figürün salkım salkım cehennem kuyusuna yuvarlanışına tanık olunur. Değişik durumdaki her bir figür, ustanın insan anatomisini resmetmekteki başarısının bir başka belgesi gibidir.
17. yüzyıl Hollandası�nda resim sanatı altın çağını yaşamaktaydı. Deniz ticareti ile zenginleşen Protestan Hollanda�da sanat koruyuculuğu saray ve kilisenin egemenliğinden çıkmış, burjuva sınıfına kaymıştı. Aşırı zenginleşen tüccarlar soylulara özenip konaklarını tablolarla süslüyorlardı. Ama sanat eğitimleri düşük olduğu için daha çok konularla ilgileniyorlardı. Kimi çiçek resmi, kimi meyva resmi istiyordu. Toprak sahipleri köy manzaralarından, deniz tacirleri deniz manzaralarından hoılanıyorlardı. Sakin aile yaşamını yansıtan sahneler de en çok aranan konulardandı. Böylece değişik istekleri karışlayan, her konuda ayrı ayrı uzmanlaşan pekçok ressam ortaya çıkmıştı. Bu uzmanlık dallarının arasında portreciliğin özel bir yeri vardı. Burjuva insanı da soylular gibi portrelerini yaptırarak geleceğe kalmak hevesine kapılmıştı. Frans Hals bu dalda çalüşan ressamların başında gelir. Sanatçı Velazquez gibi kalın fırça vuruşlarıyla çalışır. Böylece resimlediği portreler sanki canlışmış gibi kıpırdanıp titreşirler. Bu dönemde bazı dernek yöneticileri de grup portreleri yaptırıyorlardı. Frans Hals bu konuda da uzmandı. Öksüzler Yurdu Kadın Yöneticileri (Frans Hals Museum, Haarlem) adlı yapıtı, onun grup portreciliğindeki başarısını gözler önüne serer.
17. yüzyıl Hollanda resim sanatının en ünlü sanatçısı olan Rembrandt�ın herkesçe bilinen Anatomi Dersi (Mauritshuis, The Hague) adlı yapıtı da aslında bir dersi değil, Amsterdam�ın Cerrahlar Loncası üyelerini göstermektedir. Sanatçının Gece Devriyesi (Rijksmuseum, Amsterdam) adlı yapıtı da yanlış tanımlanmış, tablo zamanla karardığı için bir gece resmi sanılmıştır. Oysa yapıt kenti koruyan milis birliği üyelerini gündüz gözüyle betimleyen bir grup portresidir. Rembrandt yaşadığı burjuva çevresinin beğenisine kendini kaptırmamış, belli bir uzmanlık dalıyla kendini sınırlamaya razı olmamıştır. Son yıllarını yoksulluk içinde geçirmek pahasına piyasa ressamı olmaya yanaşmamıştır. Az sayıdaki dostları da daha çok açık görüşlü din adamlarıyla klasik kültürü özümsemiş hümanistlerdi. Sanatçının yapıtlarında dini konular ağır basar. Tevrat�tan ve ıncil�den alınmış sahneleri derin bir dini duyarlık, insancıl bir sıcaklık ve şefkatle işlemiştir. Sevgi konusunu da kutsal bağlılık inancıyla ele almıştır. Peygamber Yakub�un Yusuf�un Oğullarını Kutsayışı (Staatliche Kunstsammlungen, Kassel) adlı yapıtında da aynı inanç sıcaklığını duyurmak istemiştir.
Rembrandt renkten çok bir ışık ressamıdır. Birkaç rengin, kırmızı, sarı ve kahverenginin değişik tonlarıyla yetinmiştir. Kutsal Kitap�ta yer alan parasını har vurup harman savuran Müsrif Oğulun Baba Ocağına Dönüşü�nü (Hermitage, Leningrad) gösteren resminde, ailenin şefkatlı havası daha çok ışığın ve hareketin ifadeci kullanımıyla sağlanmıştır. Rembrandt�ın bir başka özelliği de dramatik olayları Caravaggio gibi en ıiddetli anında ele alıp ani bir etki sağlamaktan kaçınmasıdır. Peygamber Musa�nın Tanrı�dan aldığı on emri taşıyan tabletleri yere çalmak için kaldırışını gösteren resmi (Gemaldegalerie, Berlin) bu özelliği açıkça vurgular. ınançla dönen Musa�nın kavmini altın buzağıya tapınırken buluşu, onu büyük bir öfkeye ve umutsuzluğa düşürmüştü. Sanatçı burada öfkenin ıiddetinden çok umutsuzluğun içe işleyen acısını vermek istemiş, kalıcı etkiyi yeğlemiştir.
Rembrandt aynı zamanda, belki de öncelikle erişilmez bir portre ressamıydı. Ünlü yapıtı Miğferli Adam�da* (Dahlem Gallery, Berlin) model olarak kardeşini resmetmişti. Ama bu sıradan bir asker portresinden öte, türlü deneyimlerle iç dünyasını zenginleştirmiş bir kişinin düşünceli anlatımı düzeyine ulaşmış bir portredir. Çelik yakalık ve miğferdeki altın yaldızın ışıltıları bu iç anlatıma daha bir güç katmaktadır. Rembrandt gençliğinden beri sık sık kendi portresini de yapmıştır. Bunların sayısı elli kadardır. Kendisini neden bu kadar çok betimlediği ve neyi amaçladığı sorularının yanıtı yanılmıyorsak ıudur: kendini arıyordu Rembrandt. Yıl yıl, dönem dönem kendi iç dünyasını tanımaya, iç yaşamının bir çeşit günlüğünü tutmaya çalışıyordu anlaşılan...

Leone Battista Alberti

From ansiklopedi.gen.tr


Leone Battista Alberti (veya Leon Battista Alberti) (1404-1472) İtalyan ressam, şair, dilbilimci, filozof, kriptocu, müzisyen, mimar. Rönesans hareketinin öncülerinden.
[değiştir]
Hayatı

İtalya’da mimari sahada Rönesans hareketlerinin öncülüğünü yapan mimar ve heykelci. Floransa’nın varlıklı tüccar-bankacı bir ailesine mensub olan Alberti, ailesinin Floransa dışına sürgün edildiği sırada, 1404 senesinde Cenova’da doğdu. Babasından matematik öğrenimi gördü. Bologna Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi gördükten sonra 1428’de kilise hukuku üzerine doktorasını yaptı.
Hukukçuluk mesleğini sevmediği için 1432’de hümanistleri destekleyen Roma Papalık Başmahkemesinde sekreter oldu. Kilisenin ileri gelenlerinden biri, Alberti’ye aziz ve şehitlerin hayat hikayelerini öncelikli Latinceyle yeniden yazma vazifesini verdi. Bundan sonra Alberti’nin geçimini kilise sağladı. Rahipliğe getirilerek papalıktan aldığı sekreterlik maaşının yanısıra Floransa piskoposluğuna ait Gangalandi Manastırından da papazlık maaşı almaya başladı. İlgisini ve mesaisini tamamen dünyevi konulara yönelterek gösterişli bir hümanist ve teknik yazılar dizisi ortaya çıkardı. Ailesinin sürgün kararı yürürlükten kalkan Alberti, 4. Eugenus’un papalık maiyetiyle birlikte Floransa, Bologna ve Ferrara’ya gitti.
Floransa’da heykelci Donetello ve Mimar Brunellechi ile kurduğu yakın ilişki neticesinde resimde perspektifi sistemleştirdi. 1436 senesinde Resim Üzerine adlı kitabında ilk defa üç boyutlu bir görüntünün, iki boyutlu bir levhaya veya duvar yüzeyine resmedilmesine dair kuralları açıkladı. İtalyan resim ve kabartma sanatını doğrudan ve derinden etkileyen kitap, perspektife dayalı Rönesans üslubunun ferah ve geometrik düzenli kusursuz mekanının ortaya çıkmasına sebeb oldu. Daha sonraları ressam Piero Della Francesca ve Leonardo da Vinci gibi kimseler onun çalışmasını iyice geliştirdiler. İzdüşümsel perspektifte Alberti’nin ilkeleri temel taşı olarak kaldı.
Christopher Columbus’a ilk yolculuğunda yol gösteren haritayı sağlayan Kozmograf Paolo Toscanelli ile kurduğu dostluk da Alberti’nin coğrafya ve astronomi alanında çalışmasını sağladı. Alberti’nin bu bilim dalına yaptığı katkı kendi türünde ilk eser olan bir incelemesidir. Bu incelemede Roma örnek alınarak bir toprak parçasının ölçülerek haritasının çıkarılmasına dair kuralları belirledi. Yerleşim merkezlerinin ve kırsal alanların planlarının çiziminde temel teşkil eden bu kurallar Alberti’nin Rönesans hareketlerindeki etkisini gösterir.
Alberti, Roma’ya döndükten sonra Papa V. Nicolaus’un mimarlık danışmanı oldu. Mimarlık Üzerine adlı eserini yazdı. Hayatının son yirmi yılında mimari düşüncelerini birçok önemli yapıda uyguladı. Floransa’da Sta. Maria Novella Kilisesi ve Rucellai Sarayı'nın cephelerinde bu tesir görülür. 1450-1460 seneleri arasında yoğun biçimde mimarlıkla uğraştı. Rönesans İtalyası’nın değişik kent ve saraylarını gezdi.
Anıt plan ve maketleri de yapan Alberti, Rimini’de cephesi zafer takı biçiminde işlenen Malatesta Tapınağı (S. Francesco Kilisesi), Mantova’da S. Sebastiano ve S. Andrea kiliselerinde de mimari üslubunu ortaya koydu.
Alberti Leone Battista, 1472 senesinde Roma’da öldü.

MANiERiSM
Ronesans anlayisini takip eden surecte ve daha sonrasinda Avrupa'ya ve Avrupa ulkelerinin deniz asiri somurgelerine uzun sure hakim olan barok sanattan once kisa bir sure icin etkin olan akima manierism denir.

Bu sanatin gercek oncusu Michalengelo Buonarroti olarak gosterilir.Butunuyle kopmus gorunmesede Ronesans anlayis ve kurumlarina karsit bir tavri vardir. Bu surecte avrupanin tum dini ve sosyal kurumlarinin kokten sarsildigi ve reform hareketlerinin guc kazandigi bir zamani kaplar. Kiliseye ve sosyal otoriteyle birlikte tam anlamiyla bir yenilenmeye giren sanat cevreleri bu belirsiz ve degisken ortam icerisinde eskiden tam anlamiyla kopmamis gibi gorunsede ona karsi cikan bir tavir icindedir. Ronesansin dengeli ve uyumlu formlari bozulmus hareketlenme ve uzama egilimiyle geometrik belirlilik ve cizgisel butunluk kaybolmustur. Bu akim kurallara karsi cikan tavriyla belirsizlikler ortaminin kaosunuda yansitmaktadir.

Michalengelo Buonorroti(1475-1564)
Jacopo Carucci da pantormo(1494-1556)
Francesco Parmiagianino(1503-1540)
Pieter Veronese(1525-1569)
El Greco(1541-1614)


BAROK
17. y.y. basindan 18. y.y. son ceyregine kadar uzanan Avrupa sanatina hakim olan bu akima barok ismi bir yakistirmadir. Barok sanati herseyden once karsit reform hareketiyle dogmustur. Bu sebeplede ana kaynagi Roma ve Papalik cevresinde sekillenen anlayistan beslenmistir. Ronesans anlayisina ve reform hareketlerinin getirdigi yeni anlayislara karsi bir propogandayi hedefler. Kaybedilen hristiyan ruhun yeniden kazanilmasi ve ruhsal kurtulus icin seslenmeye donusmustur. Bu sebeple yogun bir psikoloji birikimi ve duyarliligi bunyesinde toparlamaktadir. Merhamet ve acima, ihtiras ve heyecan gorkem ve sasirtici bir taskinlikla yogrulan barok eserler; dini ve din disi konularda buyuk bir tesir gucune sahiptir. Ronesansa hakim olan geometrik ve sinirli formlar ve cizgisel renkler ve isiklarla dagitilmis olan formlarin psikolojik etkinlik kaynagi olarak renk anlayisi hakim olmustur. Kullanilan renklerde isik ve golge kullaniminin denetimi altinda derin bir duyarliliga yonelmistir. Barok sanat mimari alanda muhtesem eserler vermistir.

Barok anlayisinin en son sureci icerisinde duyarlilik ust duzeye cikmis ve bu surec barok sanattan farkli ozellikler gostermeye baslamistir. Bu surece ROKOKO adi verilir.

Caravaggio(1573-1610)
Annibale Carracci(1560-1609)
Giovanni Battista Tiepolo(1696-1870)
Antonio Canaletto(1697-1768)
Francesco Guardi(1712-1793)
Adam Elsheimer(1578-1610)
Pierre Paul Rubens(1577-1640)
Jacop Jordaens(1593-1678)
Antony Van Dyck(1599-1641)
Vermeer Van Delf(1632-1675)
Jan Van Goyen(1596-1656)
Jacop Van Ruisdael(1628-1682)
Diego Velazquez(1599-1660)
Claude Gellee Lorraine(1600-1682)
Antoine Watteau(1684-1721)


NEO KLASiSiZM
18. y.y. in ilk yarisindan itibaren Avrupa sanatinda belirgin bir degisim gozlenir. barok anlayisa ve rokoko sanatin asiri taskin suslemeleri ile sembolik tavrina tepki olarak dogan bu sanat anlayisinin amaci barok oncesi donemin saf kabul ettikleri sanat anlayisina donmektir. Antik devir hayranliginin sonucu olarak ortaya cikmistir.

Bu akima mensup sanatcilar icin onemli olan cizgi ve form olup renkler ve isik etkileri butunuyle bir cizgi ve form bileskesine baglidir. Antik form anlayisi her seye hakimdir. Neo-klasik anlayisi fransiz ihtilali ile cakisan bir olcudede Napoleon devrinin sanat anlayisi olmustur.

Antonio Cannova(1757-1822)
Johan Gottfri Schadow(1764-1860)
Jacques Louis David(1748-1825)
Jean Pomuste Dominique Ingres(1780-1867)


ROMANTiZiM
Neo klasizme tepki olarak dogan romantizmin kokleri 1780 yilina kadar uzanir. 19. y.y. baslarinda Germen nazarenleri adli gurup 1809da viyanada kurulusu ve akabinde 1810 da romada toplanmasiyla resmiyet kazanir. Bu akimin olusumunda Fransiz ihtilali sonrasi olusan hareketliligin ve ozgurlukcu ve3 milliyetci akimlarinda etkisi buyuktur. Din ve mistik anlayisin temelinde yatan duyum ve duygusallik donemin hareketli yasamindan konu almakta ve degisen bir orta sinif anlayisinin yansimasi olarak hareketlilik kazanmaktadir. Gizem ve yapayliktan arinmisligin temelini olusturdugu romantik hareket icinde bilinmeyene, tarihe, tarihi olaylara, yigitliklere, doga ve egzotik uzak ulkelere karsi buyuk bir alaka vardir.

Duraganligin yerine hareket ve enerji gecerken devamli degisen ve esrarengiz bir kaynak olan doga goruntuleri buyuk onem kazanmistir. Bunun sonucu renklere ve doganin isigina karsi bir yonelme olmus ve Neo-klasik anlayistaki dengeli kompozisyon semasi kirilarak yerine asimetrik bir enerji tesekkulu gecmistir.

Ludwig Adrian Richter(1803-1884)
Caspar David Friedrich(1774-1840)
Alfred Rethel(1816-1859)
Philipp Otto Runge(1877-1810)
Eugene Delacroix(1798-1863)
Francisco De Goya(1746-1828)
William Blake(1757-1827)
John Constable(1776-1837)
Joseph Mallord William Turner(1775-1851)
Dante Gabriel Rossetti(1828-1882)


EMPRESYONiZM (iZLENiMCiLiK)
Akimin en onemli ozelligi bir izlenimin uyardigi duygularin duyuldugu gibi uretilmesidir. Resimlerin acik havada yapilmakta olmasindan dolayi cabuk calismanin geregiyle detaya onem verilmemistir. Perspektif renk tonlariyla uygulanmaktadir. acik yani prizmatik renkler kullanılmakta tablolarda firca darbeleri rahatlikla izlenebilmektedir. genellikle su, gokyuzu gibi doga konularinda calismalar yapilmistir.

Daha sonralar ise Neo empresyonizm ortaya cikmakta bu akimda ise firca vuruslari noktalar halinda uygulanmaktadir.

Empresyonizm 19. y.y. in ilk ceyregine kadar olan donemde gorulmektedir.

Edouard Manet(1832-1883)
Claude Monet(1840-1926)
Camille Pissaro(1830-1903)
Alfred Sisley(1839-1899)
Auguste Renoir(1841-1919)
Edgar Degas(1834-1917)


POST-EMPRESYONiZM
Empresyonizm ile yakin temaslari olmasina ragmen resim tarihinin bazi buyuk sanatcilari gerek izlenimci cizginin disinda kalarak, kendi ozel tarzlari veya tekniklerini gelistirmistir. Bunlar arasinda bazilari kisisel tavirlari ve bireyci ozellikleriyle Ekspreyonizm icin oncu ozellikler gostermektedir. Bazilariysa bilimsel optik arayislara agirlik vererek daha farkli bir tutum gelistirmistir.

Paul Cezzanne(1839-1906)
Paul Gauguin(1848-1903)
Vincent Van Gogh(1853-1890)


DE STIJL (NEO PLASTiK HAREKET)
1917-1931 yillari arasinda etkinlik gosteren bu hareket matematiksel bir cikisla sanata yeni bir yon vermeyi hedeflemisti. Son derece yalin bir bicim alan sanat yapiti sadece dikey veya yatay cizgilerden ibaret bir gorunum icindeyken renk dizgeside uc ana renge yani sari, kirmizi ve maviye bagli kalinmistir. Bu harekete bagli sanatcilar icin evrenin temeli tamamen yatay ve dikey cizgilere dayanmaktadir.

De Stijl hareketi uc safhali bir gelisim gostermis olup 1916-1921 arasindaki "formalist safha" Hollanda'da 1921-1925 arasindaki "olgun safha" Uluslararasi bir boyutta gorunurken 1935-1931 arasi "donusum safhasi" dagilim asamasi olara genis bir alanda kendini gostermistir.

Piet Mondrian(1872-1944)


KONSTRUKTUVIZM (YAPICILIK)
20. y.y. ikinci on yillik suresi icinde aktif olan onemli bir sanat hareketidir. Hareket rusyada dogmus ve 1917 devrimini muteakiben etkinlik gostermistir. Yeni dogan bu dunya duzeni icerisinde sanatcinin bir muhendis ve bir bilim adami oldugunu kabul eden bu harekete bagli sanatcilar yeni kurulmakta olan bir duzenin yeni kurallara ihtiyac duyduguna inanmaktadir. Burjuva on yargilarina siddetle kersi cikan konstruktivistler sanat icin sanat fikri ve gercegin yorumu ve tasviri anlayisinada tepki gostermektedirler Materyalist tavri yeni bilimsel ve materyal bicimlerde belirlemeye calisarak toplumsal olarak faydali ve kullanilabilir seylerin yeni bicimlerin kaynagi oldugunu kabul ederlerdi. Toplumu ve sanati butunlestirme cabasinda makine ve insan bilinci zamanlarini yansitacak gucte olup 20. y.y. in degisen sartlarina uygun bir estetik yaratmak istiyorlardi. En onemli sanatcilari endustriyel desen, ahsap, metal ve seramikle birlikte film ve tiyatro ile ugrasan Vladimir Tatlin, tipografi, poster, fotograf ve film ile ugrasan Alexander Rodchenko mimari ve ic dekorasyonla ugrasan El Lissitzky ve insan duygularini sekillendiren psikolojik fenomen ve ic fenomenlere egilen Naum Gabo olmustur. Sanat tarihi icerisinde bu akima bagli olarak sekillenen en ilginc eser bir proje olarak kalan 3.Enternasyonale anitidir. Gelecege donuk eser olarakta unlenen bu eser uzay cagi dinanizmine uygun bir dusuncenin urunu olup masif bir spiral olarak teskilatlandirilmisti. icinde bir silindir, bir kup, bir kure asili olup, cesitli mimari mahalleri ihtiva edecekti.Bugun ayakta kalan en onemli konstruktivist eser ise moskovadak, Leninin mozolesidir.

Vladimir Tatlin(1885-1953)
Alexander Rodchenko(1891-1977)
El Lissitzky(1890-1941)
Naum Gabo(1890-1977)


SUPREMATIZM (YüCELEYiCiLiK)
1913 de bir tavir olarak Rusya'da dogan akim; cagin mekanik dogasina uygun bir karaktere sahiptir. Doga goruntulerinin taklitini reddederek, geometrik formlarin temelini teskil ettigi bir ifadeselligi yeglemekteydi. Geleneksellesmis anlatim bicimlerini reddederek, yeni gercekleri yakalmaya calisiyordu. bu geometrize gercekler doganin kaosu icerisinde insanin yucelisini sembolize eden temel elemanlar olarak dogal olgular icinde bulunmayan goruntulerle uygulandi. Temel geometrik eleman kareydi. Konstruktivistler gibi sanatin faydaciligi savunmalarina ragmen onlardan ayrilan ferdiyetci bir tavri benimsemislerdi. sanatcinin muhendis ve bilim adami olmasi fikrine karsi cikarak, hur bir sanatci tipi olusturmayi hedeflediler. Sanat eserinin bilinc alti zihnin tezahuru oldugunu savunarak, insan yapisi meteryal ozunu degil, ama evrenin aciklanamaz bilinmezligini ifade icin bir arzu oldugunu ilke edinmislerdi.

Kasimir Malevich(1878-1935)


ABSTRE EKSPRESYONIZM (SOYUT DIŞAVURUMCULUK)
Ekspresyonizmin uzantisi olarak 1940 yillarin sonunda dogan bu akim 1950 yillari icinde gelismis olup, 1960 ve 1970 yillarinda etkisini yogun bir bicimde gostermistir. Dogmatik olmaktan cok arastirmaci bir tutum sergileyan bu hareketin metafizik sanrilara duydugu alaka belirgindir. bilnc ve bilincsizlik arasindaki karsitliga onem vererek derin seviyelere inmeyi hedeflemislerdir. zitliklarin butunlugu icinde otomatik yaratima onem vermesi surrealist akimlardan aldigi etkilerle baglantilidir. Bu akim icindeki sanatcilarin ilgi odagi junf felsefesidir. Arketipler ve bunlarin uretilmesi onem tasir. Soyut bir uretimin egemen oldugu bu akimda dogaclamaya onem veren sanatcilar ic birikimin tumuyle disa vurumuna agirlik vermislerdir. Derinligi olmayan yeni mekanlarda kurulan sanat eserleri seyirci icin ima edilen bir ozumseme ortami yaratmayi hedefleyerek bosluk icinde sartlanmisliktan onu kurtarmayi hedeflemektedirler..

Jean Dubuffet(1901-1985)
Francis Bacon(1909-1992)
Arshile Gorky(1905-1948)
Willem De Kooning(1904-)
Franz Kline(1910-1962)
Philip Guston(1913-1980)


KINETIC ART (DEViNiMSEL SANAT)
Hareketin tasviri anlayisindan yola cikarak ortaya cikan bu harekete konstruktivizmin etkisi buyuk olmustur. Eserleri hareketin kendisiyle degil hareket etkisi yapmasiyla ilgilidir. kinetic sanat icin ozgun etki eserin karsisinda hareket eden seyirciden kaynaklanmaktadir. Seyirciler eseri elleyebilecegi gibi onu harekette ettirebilir. Gelecege yonelik tavri ile futurizmdende etkilenen bu akim farkli olan hareketi bicimsel bir sekilde degil de bizzat hareketli bir nesne biciminde ifade etmesidir.

1950 yillarinda gelisim gosteren bu sanat akimi dort tip olarak ele alinir 1. gercekten hareketli 2. izleyicinin hareketiyle hareketlenen 3. isik yansimasi yapanlar 4. izleyenin katilimini gerektirenler.

Naum Gabo(1890-1977)
Alexander Calder(1898-1976)
Josef Albers(1888-1976)


POP ART
İlk defa 1954 te kullanilan pop-art terimi populer bir sanati hedef alan bir akima isarettir. 1962 de alani genisleyerek farkli bir boyut kazanmislardir. Tamamen konu sitil ve temleri bir tarafa koyarak gunumuz dunyasi icinde yasayan siradan insanin ruhunu yansitmayi hedeflemislerdir. populer ve elit sanat ayrimina karsi cikan entellektuellikten cok fiziki bir etkilenmeyi amaclayan bu akim daha cok dekoratif anlayisa yonelmistir. Kent kulturunun odagini teskil ettigi ana anlatim temleri fotograflar, cizimler ve reklamlardan alinma ve siradan insanin bellegine ter etmis imgelem bicimlerini kullanir

Richard Hamilton(1922-)
Eduardo Paolozzi(1924-)
David Hockney(1937-)


OP ART
1962 den sonra kinetic sanattan etkilenerek ortaya cikmistir. gozun yanilabilirligi ustune arastirmalardan yola cikarak 2. ve 3. boyutu incelemeye yonelmistir. konstruktivist anlayistan yola cikarak uyumlu goz olgusunu irdelemislerdir. Bunun icinde beyin veya gode fiziki etkilenmeye neden olan ve izleyiciyi hayret ve aldanmaya yoneltecek imajlar yaratmayi hedeflemislerdir. Psijik etki ve fiziki gercekler arasindaki zitligi vurgulayarak cok boyutlu bir goruntu uzerine yerlesen sanatsal bicimi olusturmak ister.

Josef Albers(1888-1976)
Victor Vaserley(190
Yaacov Agam(192


MINIMALIZM (BASiTLEŞTiRiCiLiK)
1960 li yillarin basinda ortaya cikan bu harekette gercek mekan ve gercek meteryal anlayisi cikis noktasini temsil ediyordu. sembollere onem vermeyen ve sanatsizliga dogru yonelen bu hareket notr bir zevki gelistirmeye yonelmistir. geometrik formlarin onemine paralel olarak olagan bicimi basite indirgemede madde ve renk olgusuna onem vermektedir.

Renk ve bicim kullanmada saflasmayi hedefleyen sanatcilar basit hacimler ve geometrik bicimlerle endustriyel materyaller kullanmaya agirlik vermislerdir. Galvenize ve haddelenmis celik, floresans tupleri, ates tuglasi sunni kopuk bakir levhalar basit geometrik bicimde ele alinmistir.

Josef Albers(1888-1976)
Barnert Newman(1905-1970)
Don Judd(192


KAVRAMSAL SANAT (CONCEPTUAL ART)
1960 li yillarin ortalarinda gelisen bu akim dusunceyi maddesel olgulardan ustun tutan tavriyla belirlenmektedir. herseyden bagimsiz olarak kavramsal fikirlere agirlik veren bir bilgisel sanat hareketidir. sanatin kesin bir taniminin yapilmasi ve sanatin diger dusun alanlari icindeki yerinin tanimlanmasi esastir. fikirler uzerinde yeni bir vurgulama yapilarak fikirlerin tek bir nesne icnde degilde uygun bicimlerde yazili onemli onermeler, afisler filmler ve videolar araciligi ile yansitilmasi iletisimselbir nitelik kazanmasina onem verilmistir.

Joseph Kosuth(1945-)
Edward Kienholz(1927-)


KUBiZM
20. y.y. icinde dogan ve onemli bir etkinlik kazanan bu akim cezanne'nin dogadaki herseyin geometrik bir bicimle ifade edilebilecegi fikrinden kaynaklanmaktadir. klasik form anlayisina tamamen arkalarini donen kubistler; gorunen nesnelerin direk bir tasvirini degil onlarin degisik gorunum ve goruntulerinin bir araya getirilipte olusturulmus butunu eserlerine aktarmislardir. Cesitli goruntuleri biraraya getirerek cisime gecerli yeni koseler yuzey ve geometrik formlar eklenerek yeni bir gorunum olusturmuslardir.

Pablo Picasso(1881-1973)
Georges Braque(1882-1963)
Juan De Gris(1887-1927)


METAFIZIK RESiM
1910 yilinda faaliyet gosteren bu anlayis insanin icinde yer almadigi yasananin otesinde mevcut hissini veren bir alemin yasamin

__________________
Çevirimiçi durumu   

HUZURİSTAN - Temiz Bilgi
2025-12-05 17:45
Fatal error : Shield protection activated, please retry in 113 seconds...
After this duration, you can refresh the current page to continue.
Last action was : Hammering